Sol yanım...

12 Ocak 2014 Pazar

“Beni bırakma anne…”


“Beni bırakma anne…”

Omzuna dökülen kestane rengi saçları, iri kahverengi gözlerini örten perçemleriyle 35 yaşında dünyalar güzeli bir kadın; adı Evrim. Harika bir çocukluk ve genç kızlık geçirmiş. Üniversite yıllarında tanıştığı eşiyle henüz öğrenciyken aşk evliliği yapmış. Ve hemen ardından bir çocukları olmuş. Oğlu Eren şimdi 13 yaşında. Evrim’in eşi oğlu 2 yaşındayken evi terk etmiş. Eren’in down sendromlu olmasını taşıyamamış. Evrim ömrünü oğluna adamış bir anne. Kendi gençliğini ve kadınlığını çoktan askıya almış. Oğlunun akranlarından farklı olmasının getirdiği tüm yükü tek başına omuzlarında taşıyor…

Meral ise 43 yaşında. Hayatını, yemyeşil gözlerinden akan birkaç damla yaşla anlatıyor. Hiç evlenmemiş. Daha doğrusu evlenememiş. Kendinden 5 yaş küçük kardeşi Kerem doğuştan zihinsel engelli. Meral’in babası da tıpkı Evrim’in eşi gibi yıllar evvel evi terk etmiş. Ağır şeker hastası anne ise Kerem’in tüm bakımını henüz genç bir kız iken Meral’e yüklemiş. Yokluk bir yandan, imkansızlıklar bir yandan derken hep mücadeleyle geçmiş yaşamı… Huzuru, sadece akşam evde herkes uyuduktan sonra televizyonda dizi izleyerek bulduğunu söylüyor Meral… Yaşayamadığı bir hayatı ekrandan izleyerek sadece hayal ediyor. Ve belki de bir daha ki sefere diyor… Bir daha ki sefere…

2014’e engelli ailelerinden bahsederek başlamak istedim. Yangın evimize düşmedikçe bir türlü hissedemediğimiz, tam olarak algılayamadığımız zorlu yaşamlardan kesitler vermek istedim.

Onlar çoğu zaman, çocukları engelli olduğu için eşleri tarafından terk edilmiş kadınlar… Adları her ne olursa olsun soyadları “sabır” olan yeryüzü melekleri… “Neden ben? Neden?” diye yaşadıkları fırtınaları yüreklerine gömmüş, yüzlerine acı bir tebessüm kondurarak çetin bir mücadele ile yaşayan kadınlar onlar… Kimi zaman bir anne, kimi zaman anneanne, kimi zaman ise bir kız kardeş… Ama mücadele ortak, yürek hep kocaman… Sabrın tarifi ise o yüreklerde gizli.

Engelli aileleriyle ilgili bilgi almak üzere Karşıyaka Kent Konseyi Engelli Meclisi Başkanı Hülya Polat ile görüştük. Hülya Hanımın yakışıklı oğlu Deniz 26 yaşında. Down sendromlu… Ama Deniz çok şanslı bir genç. Ailesi ilmek ilmek dokumuş Deniz’in yaşamını… Bilinçle ve özel ilgiyle yaklaşarak Deniz’in akranları gibi bir eğitim almasını sağlamışlar. Hülya Hanım ise mücadelesine diğer çocuklar-gençler için hala devam ediyor.

Görüşmemiz sonucu zihinsel engellilerle ilgili ortaya çıkan 3 temel sorunu sizlerle paylaşmak istiyorum;

1)Devletin ödenek yardımı yaptığı özel eğitim kurumları zihinsel engelli çocuklara günde sadece 2 saat eğitim verebiliyor. Bu süre ailelere yetersiz geliyor. Çocukları günün arta kalan zamanlarında oyalamakta güçlük çekiyorlar.

2)Bu özel eğitim kurumlarında çocuklar 23 yaşına kadar eğitim alabiliyor. Geçen seneye kadar 23 yaşına gelen gençler iş eğitim merkezlerine devam etmekteydi. Bu merkezlerde engel seviyesine göre üretim yapmakta ve bunlardan gelir elde etmekteydiler. Yeni bir kanunla artık bu görev Halk Eğitim Merkezlerine devredildi. Yani 4+4+4 eğitim yasasıyla birlikte Eğitim Uygulama ve İş Eğitim Merkezlerinde okuyan 23 yaş ve üzeri engelli öğrencilerin kaydı silindi.

3)Devletin 50 kişi üzeri işçi çalıştıran işletmeler için şart koştuğu %3 engelli kontenjanından genellikle kalp, böbrek gibi rahatsızlıklardan engelli raporu almış kişiler faydalandırılıyor. Aileler bu konudan dert yanıyor. “Bu işyeri sahipleri neden bir down sendromluyu çalıştırmayı düşünmüyor? Farklı göründüğü için mi?” diye duygularını dile getiriyorlar.

Bu konuyla ilgili yazmaya devam edeceğim. Otistik bir çocuğu büyütmenin nasıl bir yaşamı peşinden getirdiğini, down sendromlu çocukların karşılaştığı sorunları, doğuştan zihinsel engelli olan çocukların yaşadığı dünyayı aktarmaya çalışacağım sizlere… O çocuklar da bir gün büyüyor, genç kız veya delikanlı oluyor. Onların da başında kavak yeli esiyor… Ama ailelerinin yürek sızısı hiç bitmiyor.

Zihinsel engelliler için ömür boyu kesintisiz ve tam gün eğitim sağlanana kadar, daha iyi durumda ve çalışabilir olan gençler için ise adil çalışma fırsatları sağlanana kadar bu mücadelede onları yalnız bırakmamalıyız.

Elimizden ne gelir dememek lazım; Su damlaları birleşir bir gün deniz olur… Bakarsınız sesimiz meclise ulaşır, yasa olur. Kim bilir?