Sol yanım...

26 Temmuz 2012 Perşembe

OKUMAK HAKTIR!




Başbakan geçtiğimiz günlerde harçları kaldıracağını açıkladı... 

10 Yıldır tek başına iktidar olan bir parti için geç kalınmış bir açıklama... Fakat zaruriyetinden ötürü derhal uygulanmalı, desteklenmeli hatta kapsamı genişletilmeli. Gençlerin diline pelesenk olmuş “Harçlar kaldırılmalı” söyleminde çok acılar, dramlar yüklü...  Hafızalarımızda en taze olanı ise parasız eğitim istediği için 8,5 yıl hapis cezasına çarptırılan Berna ile Ferhat var. Gerçi başbakan onların suçunun "örgüt üyeliği" olduğunu beyan etti ama bizim için örgüt üyeliği hala bir muammadır. Malum bu örgütün bir diğer üyesi poşu taktığı için 11 yıl 3 ay ceza alan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Sarıgül... Bu gençlerin ortak noktası söylenilemeyenleri yüreklice söylemeleri... Bedeli hapis! Halbuki devlet, gençlerin düşünme haklarını korusa ve onları sistemin içine dahil etse, onları kazanmış olur. Sistemin dışına itilen her bireyin içinde farkında olmadan öfke tohumları ekersiniz. Bu tohumlar büyür, gün gelir orman olur. İşte o zaman iktidarın “kendi” gençleri bile onları kurtarmaya yetmez. Hem gençlerin senden olanı, benden olanı olur mu? Zaten yeterince kutuplaştırdığımız, kirlettiğimiz siyasette en azından gençlere herkesin kucak açması, kulak vermesi gerekir.

Okuyan gençler zorda, darda... Bunu anlamak için ya devlet üniversitesinde okumalı ya da onlarla yakın olmalısınız. Gençlerin metrobüslerde ki, otobüslerde ki sesine kulak vermelisiniz. Dolmabahçe’den Çırağan’dan gençlerin isyanını duymak mümkün değil. Geçen gün Cumhurbaşkanı Gül’ün Çırağan’da verdiği bir iftar davetinde Bakan Fatma Şahin’i gördüm ekranlardan... Aklıma onun henüz bir genç kızken Gaziantep’ten çıkıp okumak için geldiği İstanbul Teknik Üniversitesi’nde zamanın rektörüyle görüşmek için kapısında nasıl 10 gün beklediği ve sonunda istediği ve ihtiyacı olan bursu nasıl alıp okuduğu geldi. Bu benim aklıma geldi de acaba bakanlarımızın aklına kendi gençliklerinde yaşadıkları sıkıntılar artık hiç gelmiyor mu? Sırça köşklerde yaptıkları davetler, edindikleri mallar mülkler, hızla zenginleşen yandaşlar akrabayı talukat, o yokluk günlerini hafızalarından hızla sildi mi acep?

Gençler darda demiştim. Bunu biraz rakamlara dökmemiz gerekirse: ÖSYM'nin 2011 verilerine göre, 95 devlet, 54 vakıf, dokuz askeri ve bir polis akademisinde bir milyon 98 bin 310 ön lisans, iki milyon 528 bin 332 lisans, 126 bin 368 yüksek lisans, 43 bin 405 doktora ve 20 bin 671 tıp ihtisas öğrencisi öğrenim görüyor. Yani 154 yüksek öğrenim kurumunda toplam üç milyon 817 bin 86 öğrenci var. Toplam dört milyona yakın üniversite öğrencisinin yıllık harcı ise ortalama 1.1 milyar lira tutuyor. (http://www.marksist.org/haberler/7840)

Yani yaklaşık 4 milyon gençten bahsediyoruz. Türkiye’nin en büyük üniversitesinde doktora yapmamdan ötürü bu gençlerin sıkıntılarını paylaşma fırsatım oldu. İstanbul Üniversitesi’nde 75 kuruş olan öğlen yemeğini ödeyemeyen genç arkadaşlarımızın sırtında bir de her dönem ödemeleri gereken 150 TL harç var. Ulaşım, yemek, konaklama masrafları da cabası… Özellikle Anadolu’dan gelmiş gençlerin yükü çok ağır… Üniversitede bir lisans öğrencisinin şu sözleri hiç aklımdan çıkmıyor: "3 gündür salça kavurup ekmekle yiyorum. Babamdan para istememek için…" Sakın bu satırları okuduğunuzda o genç arkadaşımız için üzülmeyin… O belki de hepimizden daha büyük bir erdemle yaşam mücadelesi veriyor. Elde edeceği her başarı da sadece kendi emeği ve alın teri olacak. Onurlu ve haklı bir yaşam mücadelesi onun ki… Kolaycılığa yer yok!

Peki devlete burada nasıl görevler düşüyor? Sosyal Devlet’in temel görevlerinden biridir parasız okuma hakkını sağlamak… Sadece okuma mı? Öğrencilere ulaşımda indirimden ziyade ücretsiz ulaşım hakkı da getirilmelidir. Hele metropollerde okuyan gençler günde 4-5 vasıta kullanmak zorunda kalıyorlar. Bunun maliyeti haliyle çok yüklü. Bu yükü azaltmak erki elinde tutanların mesuliyetidir.

Temeli Marksizme dayanan bilimsel sosyalizmde işçi sınıfının hakları esas olarak alınmış ve adaletsiz sermaye birikimine karşı mücadele verilmişti. Aslında bugünde yapmamız gereken kıyas çok basit: Bir işçi, maaşıyla 3 çocuğunu okutabilir mi? Cevabı hayır ise o zaman belki çözümü sosyalist düşüncenin derinlerinde aramalıyız. En basitinden Sosyal Devlet'in mekanizmalarını işletmemiz yeterli olacaktır. Kapitalizmin acımasızca kol gezdiği ülkemizde milyonlarca gencin sadece okumak için yaz aylarını akranları gibi gezip tozmak yerine vasıfsız işlerde yorgun ve çalışarak geçirmek zorunda olduğunu unutmamamız lazım…

Belli ki iktidar mensupları nereden ne zorluklarla geldiklerini çoktan unutmuşlar… Ama biz sola gönül verenlerin bu gençleri unutması mümkün değil. Tatile gittiğinizde suyunuzu getiren genç garson, okul masraflarını çıkarmak için çalışan bir öğrenci olabilir. O gencin gözlerine iyi bakın, çünkü orada sessiz çoğunluğun çığlığını, memleketimizin emek dolu, aydınlık yarınlarını göreceksiniz…

İyi yazlar dilerim, kalın sağlıcakla…





22 Temmuz 2012 Pazar

34.KURULTAY




Coşku dolu geçen bir kurultayı daha geride bıraktık. 34. Kurultay hem CHP, hem Türkiye için büyük önem taşıyordu. Yaklaşık 10 yıldır hüküm süren AKP iktidarının karşısındaki tek ve en güçlü umut olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni yerel ve genel seçimlerde iktidara taşıyacak ve hatta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde söz sahibi olacak yönetim mekanizması bu kurultayda şekillenecekti. Bunun yanı sıra yıllar sonra çarşaf listeyle seçime gidilecek ve oluşum delegenin hür iradesiyle meydana gelecekti.

Kurultayın gerçekleştiği Arena Spor Salonu’nda muhteşem bir enerji ve coşku vardı. Hem delegelerin, hem üyelerin heyecanı yüreklerinden taşmış tüm salonu kaplamıştı. Benim için 34. Kurultay'ın anlamı tüm bu gerekçelerin yanı sıra, İzmir’i temsilen Divan Üyesi olmam dolayısıyla iki kat fazlaydı. Dile kolay bir tarihe tanıklık etmekle kalmayıp, tüm işleyişin içerisinde bizzat yer alma şansına ve onuruna sahip olacaktım.

Genel Başkanımızın seçileceği ilk günün sabahında divan oluşturularak Kurultay başladı. Divan’a başvuran tüm konuşmacılara söz hakkı tanınarak belki de bir ilk gerçekleşti. Sosyal Demokrat bir partiye yakışır şekilde sözü olan herkes Kurultayda konuşma şansına sahip oldu. Ve ilk gün Sayın Genel Başkanımız  Kemal Kılıçdaroğlu delegelerin oybirliğiyle tekrar Genel Başkan seçildi. Salonda ki bütünlük adeta sandığa yansımıştı. Delegelerimiz kayıtsız ve sonsuz bir güvenle Genel Başkanımıza destek verdi.

Birinci gün tüm hızla Parti Meclisi ve Yüksek Disiplin Kurulu başvuruları devam ediyordu. Hiç aksama olmadan numaralar verildi. Aday listesine son şekil ikinci gün verilecekti. Nitekim başvuru süresi bir sonraki sabaha uzatılmıştı. İkinci gün ise Kurultay salonunun baş aktörleri adaylardı. Neredeyse tüm salonu süsleyen aday resimleri, özgeçmişli broşürler, ara ara salona giren taraftar grupları salondaki enerjinin en yüksek seviyeye gelmesine neden oldu. Artık tüm adayların çarşaf listede temsil edileceği bir numarası vardı. Cep telefonlarımıza gelen aday mesajlarının ardı arkası kesilmiyordu. Birbirinden yaratıcı, ilgi çeken mesajları okumakta güçlük çekiyordum. Fakat bu heyecan güzeldi... Aday olmak isteyen herkesin eşit şansa sahip olması demokrasinin tatbikinde bir ön koşuldu.

Dediğim gibi tüm bu demokrasi şöleni içerisinde Divan’da yer almak hem bir onur, hem de büyük bir tecrübeydi. Öyle ya çarşaf listeyle seçimi deneyimlemek herkese nasip olmazdı. Yaklaşık 2 senedir sürdürdüğüm Kadın Kolları MYK Üyeliğim, İzmir 2. Bölge Milletvekili Adaylığım, İl ve Kurultay Delegelikleri tecrübeme Parti Meclisi Adaylığımı da ekledim. Divan’da görevli olduğum için bir aday olarak salonda çalışma şansım olamadı ama bunu göze alarak bu seçime girmiştim. Kazanıp kaybetmekten ziyade söyleyecek sözü olan herkesin aday olması esastı benim için... Genel Başkanımızın sahiplendiği tek liste olan beyaz anahtar listede de yer almak mutluluğumu kat ve kat arttırdı. Neticede 34 yaşında girdiğim mücadele benim tecrübe heybeme altın değerinde deneyimler, hatıralar, anektodlar bırakacaktı. Öyle de oldu...

İkinci gün sabaha doğru 03:00 sularında seçim sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştı. Seçilen Parti Meclisi Üyelerimizi bir Divan Üyesi olarak büyük bir gururla tebrik ettim. Yelpaze, çarşaf listeden dolayı çok genişti. Bir çoğu eski ve tecrübeli parti büyüklerimden, bir kısmı da kamuoyunda  sevilen isimlerden oluşuyordu. Yaşlarına ve tecrübelerine hürmetim sonsuzdu. Benim için aslolan ideolojiydi... Tabi genç kotasından giren partili kardeşlerimizin de mutluluğunu paylaştım. Genel Başkanımızın imkan tanıdığı genç ve cinsiyet kotası tüzük hükmü gereği, oluşan Parti Meclisi’nde gençler ve kadınların temsiliyet hakkı korunmuştu.

O andan itibaren duyduğumuz gurur, çarşaf listeyle yapılan bir seçimi Kurultay Divanı olarak başarılı bir şekilde tamamlamaktan ötürüydü... Bu haklı gururun baş mimarı da eski Genel Başkanımız olan Divan Başkanımız Altan Öymen’di...

Dedim ya tecrübe heybeme nice anılar attım bu Kurultay’dan... Ama en büyük anı  Altan Öymen’in bana verdiği tavsiyeleriydi. Bana uzun uzun seçimi kaybetmediğimi aslında çok şey kazandığımı anlattı. Kazanımlarımı anlatırken tarihte bir yolculuğa çıktık adeta... “Yıl 1951...” diyerek başladı Öymen sözlerine; “Kasım Gülek’in Kasım Gülek olduğu seçimdir. Hem de Genel Sekreter’dir. Hiç kazanamayacağını bile bile Bilecik’ten aday olmuştur. Kaybetmiştir de nitekim . Ama seçimden sonra Bilecik’te neredeyse herkes Gülek’i tebrik etmiş ve adeta bir sevgi yumağı oluşmuştur.” Altan Öymen bana aktardığı bu anıyla, aslında kaybedilen her seçimin bir yeniden doğuş olduğunu vurguladı. “Hem de senin kadar genç biri için büyük kazanç.” diyerek sürdürdü sözlerini... Bana aktarılan ve beni çok etkileyen bu hatıradan sonra 1951 seçimini araştırdım. 9. Kurultay 26 Kasım 1951’de gerçekleşmiş. Gözü kara seçime girip kaybeden Kasım Gülek yeniden Genel Sektereter seçilmiş. İsmet İnönü’de Genel Başkan...

Ve yaşayan tarih Altan Öymen’den son nasihat; “Rahmetli Bülent Ecevit derdi ki siyaset bir hastalıktır. Bu tartışılmaz. Ama siyaseti gerçek bir hastalığa dönüştürmek istemiyorsanız muhakkak sevdiğiniz bir işiniz, meşguliyetiniz olmalı....”. “Ama siyasetten vazgeçmek, küsmek asla yok...” diyerek noktaladı sözlerini Altan Öymen...

Payıma düşen tüm nasihatleri büyük bir gurur duyarak aldım. Sanki daha da güçlenmiş hissediyordum kendimi... Bu hissi bende uyandıran hem Öymen’in güzel sözleri, hem de bana iyi dileklerini ileten  partili büyüklerim, dostlarımdı. Duyduğum tüm sevgi ve destek sözcüklerini gönül defterime yazmış, yoluna emin adımlarla devam eden genç bir siyasetçiydim artık... Ve anladım ki ipotek altına alınamayan tek şey yürekten gelen sevgiydi... Sevginin kadrosu, ekibi yoktu. Geldi mi bir çağlayan gibi akıyor, durdurulamıyordu... Siyaset uzun bir yolculuktu ve benim bu yolculuk için yeterince vaktim, hevesim ve enerjim vardı. Üstüne üstlük gerçek SOL'un iktidara gelmesi en büyük idealimdi. Siyaseten yolunuzu kaybetmemeniz için hedefiniz olması şart. Ve benim hedefim çok açıktı...


"SOL"

Her seçim bir yenilenmedir, diriliştir. Kimileri kaybeder kimileri kazanır. Aslolan CHP’nin, aslolan SOL’un kazanmasıdır. Ve 34. Olağan Kurultay’ımız da kazanan CHP olmuştur. Yeni yönetimimizin sorumluluğu büyük, desteği tam... Yolumuz açık olsun...

Kazanan SOL olsun.