Anlıyor musun?
Ben her yenilenmeden umutlanırım…
Umuda olan düşkünlüğümden midir, yoksa yenilenmeye duyduğum inançtan mıdır
bilemiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yenilenmiş MYK’sının da bu manada “umut”
olmasını temenni ediyorum. İktidar için halk nezdinde umut olmasını…
Farkındaysanız herkesin dilinde ortak
bir söylem “zor günler bizleri bekliyor”… Evet, zor günler bizleri bekliyor. Ve
cumhurbaşkanlığı seçimi nefes alabileceğimiz belki de son alan. Ondan sonrasında
ciddi bir “oksijen” sorunu yaşayacağız. Nasıl mı? Anlatmaya çalışayım…
Üniversitelerin yani bilim yuvalarının,
ülkenin çağdaş geleceği için önemini vurgulamama gerek yok sanırım… Bildiğiniz üzere
üniversite rektörlerinin cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından ötürü, son 12
yıldır hemen hemen tüm üniversitelerin rektörleri “iktidara yakın” siyasal görüşleri
olan hocalar arasından seçildi. Buna kimse itiraz etmez sanırım. Bu gerçek
ortada duruyor. Ve hatta 2008’in Ocak ayında katıldığı televizyon programında
başbakanın açıklamaları için; “Bunlar Kasımpaşa Cumhuriyeti’nde olur ancak…”
dedikten 1 yıl sonra 13 Nisan 2009’da hapse mahkum edilen Malatya İnönü Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun başına gelenler ortada… Zaten Sayın
Hilmioğlu’nun yaşadıkları adeta diğer rektörlere “ibretlik(!)” niteliğindeydi…
Sonrasında zaten iktidarı eleştirmek üniversitelerde neredeyse suç haline
geldi. Bilim yuvalarındaki dönüşüm yürek parçalayıcı gerçekten…
Aslında yılların getirdiği aydınlık, çağdaş,
bilim aşkıyla hizmet veren akademisyenlerin yapısını değiştirmek çok kolay değil…
Tepede rektörü kendi görüşüne göre şekillendirebilenler, dekanlarda, fakülte başkanlarında
yeterince etkili olamıyorlar.
Ama ŞİMDİLİK.
Geçtiğimiz günlerde, Vakıf Üniversiteleri
Birliği Zirvesi’nde konuşan YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, “Türkiye’de
55 bin öğretim elemanı, 25 bin öğretim üyesi ve 300 bin araştırmacıya ihtiyaç
var. Bunlar için de bizim doktora eğitimine çok özel bir önem vermemiz
gerekiyor. Şu anda her yıl 4 bin, 4 bin 500 doktora mezunu veriyoruz. Bunu önce
10 bin, sonra da düzenli olarak 15 bine çıkarmalıyız.” dedi.
Yani önümüzdeki yıllarda doktora
yapmanın hızlandırılıp, kolaylaştırılabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Buna bir üniversite hocası olarak itirazım yok. Daha fazla doktora yapılması
elbette ki bilime katkı sunacaktır… Ama… Ya sonrası?
Yani profesörlüğe giden doçentlik aşaması…
Orada kimlerin etkisi olacak?
Burada karşımıza “Üniversitelerarası
Kurul” çıkıyor. Üniversitelerarası Kurul, üniversite rektörleri, Genelkurmay Başkanlığının
Silahlı Kuvvetlerden dört yıl için seçeceği bir profesör ile her üniversite
senatosunun o üniversiteden dört yıl için seçeceği bir profesörden oluşuyor. Bu
yapıya baktığınızda iktidara yakın rektörlerin ağırlıklı olduğu kurul aslında
geleceğin doçentlerini de kendine göre seçiyor!
Üniversitelerdeki muhafazakar kadrolaşma,
yeni cumhurbaşkanına göre son halini alacaktır. Ve artık oksijensiz son alana
da girmiş olacağız. Boğulmamız an meselesi…
Bu yazıyı, Ankara Üniversitesi SBF
Dekanı Yalçın Karatepe’nin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam'a
"Ali İsmail’in çığlıklarını duydunuz mu?" sorusunu yönelttiğini
duyduktan sonra yazmaya karar verdim.
Aslında CHP’nin niye umut olması
gerektiğinin yanıtı işte bu haberde gizliydi.
Dekan Karatepe gibi cesur yürekli
bilim adamları fikirlerini özgürce dile getirsin diye CHP umut olmalı…
Üniversiteler, gericiliğin karanlığında
boğulmasın diye CHP umut olmalı…
Gençler belirli çevrelerin elinde,
onların istediği gibi şekillenmesin diye CHP umut olmalı…
Parti içi çatışmalara karışan ve enerjisini
buraya akıtan her siyasetçi, omuzlarında üniversite öğrencilerinin, gençlerin ağırlığını
hissetmeli…
Köprüden önce son çıkıştayız… Ve
oksijenimiz bitmek üzere…
Yani Ahmed Arif’in dizeleriyle;
“Bir umudum sende,
Anlıyor musun?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder