Bu hafta manşetlerde “tecavüz odası” haberini
görünce tüylerim ürperdi. Fethiye’de yaşayan 18 yaşında bir genç kızımız,
ailesinin zoruyla kendinden 10 yaş büyük bir adamla odaya kapatılıp, tecavüzle evliliğe
zorlanmaya çalışılmış. Genç kız üç saat direndikten sonra kaçmayı başarmış. Şimdi
anne babası dahil, her iki aileden dokuz kişi tutuklu... Hikaye ancak filmlerde
görülebilecek türden bir canilik barındırıyor. Hangi anne baba öz kızına böyle
bir zulmü uygular? Bu nasıl hastalıklı bir zihniyettir? Gerçekten insanın aklı
almıyor. Töreden kaynaklanan ve özellikle doğu ve güneydoğu illerinde görülen
cinayetlerle, berdellerle yarışacak türden bir haberdi bu. Hemde memleketin
batısında. Gazete haberini okurken dikkatimi çeken bir diğer unsur haberin
yanındaki “Kadına Şiddete Son” figürüydü... Kadına ve kadın sorunlarına dair
epeydir kafa yoran biri olarak artık yeni sözler söylememiz gerektiğini
düşündüm o an... Bir şey yapmalıydı, farklı bir şey...
Türkiye’de kadınlar ve gençler açısından tablo çok
dramatik. Aslında tüm sorunların kaynağı içiçe geçmiş matruşka bebekleri
gibi... Tek bir nedene bağlamak imkansız, sadece kuvvetli faktörü
belirleyebilirsiniz. Örneğin şiddeti tetikleyici faktörlerden biri: “Ekonomik
imkansızlıklar”. Kendi ayakları üzerinde duramayan, ekonomik olarak eşine bağlı
kadınlar şiddet görse dahi sesini çıkaramıyor. Çoğunluğu el mahkum şiddeti
çekmeye devam ediyor. Durum böyle olunca ülkemizde her üç kadından birinin
şiddet görmesi şaşırtıcı bir sonuç değil. Aynı zamanda kadınlarımızın %80’inin
üzerine kayıtlı mal yok. En basit tabiriyle parasızlık boyun büktürüyor. İstihdam
önemli bir sorun deseniz, zaten o sorun hem kadınlar hem erkekler için devasa
boyutta... Eğitim deseniz 2 milyon genç kız evde oturuyor, üniversiteye
gidemiyor. Peki artık ezberlediğimiz bu istatistiklerin, sorunların bir çözümü
yok mu? Gitgide daha kötüye giden “kadın vakalarına” kim dur diyecek?
Aslında kadına şiddete dur demesi gereken ilk
kurum ilgili bakanlık. Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakan Fatma Şahin,
36 yaşında geldiği Kadın Kolları Genel Başkanlığından çok daha düşük performansla
bakanlık görevini sürdürmekte. Bakanlığın adından “kadın”ın çıkarılması belli
ki bakanın gönlünden de kadınları çıkarmış. Yaşanan olaylar karşısındaki derin
sessizliği, mağdur kadınların devlet tarafından sahipsiz bırakıldığı hissini
veriyor. Pek tabi ki devletin tek temsilcisi Bakan Şahin değil. Fakat başta
başbakan olmak üzere iktidar mensuplarının kadınlara karşı bakış açısı çok
açık...Ben kabinede ki tek kadın bakanın vicdanına seslenmek istiyorum: Genç
kızlarımıza tecavüz odaları kurulurken rahat uyuyabiliyor musunuz Sayın Şahin?
Başlıca sorumluluk devlette olsa da devletin
mekanizmalarının çalışmasını sorgulayacak, denetleyecek, eleştirecek, öneri
getirecek ve daha iyi olmasını sağlayacak ana muhalefet partisi ve sivil toplum
kuruluşları da var. İşte tam da bu noktada neler yapmamız gerektiği çok önemli.
Kadın örgütlenmelerinin artık 80’li yılların siyaset anlayışının dışına çıkması
lazım. Kadına şiddete dikkati çekmek için yapılan eylemlerin mevcut basında
haber değeri kalmadı. Özellikle büyük illerde 40-50 kişilik katılımla “sen-ben-bizim
oğlan” yapılan çelenk koyma, imza toplama, oturma eylemleri ses getirmiyor. Bir
eylem yaparken amacımız tepkimizi dile getirmek olduğu kadar, sorunun çözümüne
katkı sağlamak da olmalıdır. Eğer ki yapılan eylemle hem ses getiremiyor, hem
de çözüme ortak olamıyorsak o zaman bizim de kendimizi sorgulamamız, yeni
yollar bulmamız lazım.
Dedim ya 80’li yılların siyasi anlayışından
kurtulmamız gerek. Peki 68’lere mi döneceğiz? Neden olmasın? 68’lerdeki devrimci
anlayışla, mevcut teknolojiyi harmanlayarak yeni yöntemler, yollar çizebiliriz.
STK’larla işbirliği içerisinde en az binlerin katıldığı geniş katılımlı
eylemlerle mümkün bu... İşin bir diğer ayağı mağdur edilmiş kadınlara ulaşmak.
Eylemi, basın açıklamasını kitlelere sesimizi duyurmak için yapıyoruz. Mevcut
basınla ve yapılan dar kapsamlı eylemlerle ne kadar duyurduğumuz şüpheli...
Beri yandan evinde hergün şiddet gören kadının acaba bizden haberi var mı? Ya
da bizim ondan? İşte STK’larla işbirliği bu açıdan önem taşıyor. Bunu farkında
olan iktidar, zamanında kız çocuklarının eğitimi için çalışan ÇYDD ve ADD’ye
yaptığı baskılarla aydınlanmanın adeta kolunu kanadını kırdı. Yinede ümitsizliğe
kapılmamak gerek. Doğru yapılacak bir organizasyon ve örgütlenmeyle yeni ve
ses getirecek eylemler ve
işbirlikleri yapmak mümkün.
Siyasi tarihimizde, büyük bir halk çoğunluğuyla
gelen iktidarların kadın hareketinin desteğinden beslendiklerini unutmamak
lazım. Çoğunlukçuluk elbette ki onayladığım bir demokrasi türü değil. Her zaman
çoğulculuktan yanayım. Gelin görün ki seçim realitesi bizi çoğunlukçuluğu
kabullenmeye yönlendiriyor. Bu bağlamda toplumun çoğunluğunu oluşturan kadın ve
gençlik örgütlenmesi siyasi partilerin en önemli dinamolarını oluşturuyor. Bu
dinamoların kuvvetli enerji üretmeleri için doğru beslenmeleri ve örgütlenmeleri
şart.
Türkiye’de her 3 kadından 1’inin yardıma ihtiyacı
var. Mağdur. Bu noktada hepimiz omuzlarımızdaki sorumluluğu farkına varmalıyız.
İktidarın kadına bakışını değiştirene kadar mücadele etmeliyiz. Devrimci Mahir
Çayan’ın çok sevdiğim bir sözü vardır: “Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.” Toplumun ezilen, ötekileştirilen, yok
sayılan kesimlerinin sesi olmak için “tek ve bütün” mücadele şart. Mücadele
gücünü “umut”tan alır. Umudun yüreklerinizde yeşermesi dileğiyle… Mutlu
yarınlarınız olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder