Mustafa Kemal Cumhuriyet’in kuruluş sürecini
tesadüfe bırakmamıştı. Stratejisini doğru belirlemiş, hedefini net koymuştu. Amacı
uygar bir Türkiye idi. Bu uygarlık, kim ne derse desin “Batı” uygarlığıydı. Osmanlı’dan
kalan hastalıklı mirası iyi analiz etmiş, bu doğrultuda yapacağı her devrimi
büyük bir hassasiyetle planlamıştı.
Saltanatın kaldırılmasıyla başlayan devrim süreci
bilinçli bir şekilde her alanda işliyordu. 30 Ağustos 1925’de Mustafa Kemal
Kastamonu’da tarihi konuşmalarından birini yaparken; “Türkiye Cumhuriyeti
halkı, ileriye ve yeniliğe doğru uzun adımlarla yürümeye devam edecektir.
Bilince hastalık bulaşmadıkça geriye gitmek veya duraklamak hatıra dahi gelmez”
demişti.
Bilince hastalık bulaşmadıkça...
Gelin görün ki 21. Yüzyıl Türkiye’sinde bilince
hastalık bulaştı. Hastalık bilince bulaştığı gibi tüm bedeni de sardı. Cumhuriyet’in
kuruluşunda gerçekleşmiş tüm devrimler iktidar tarafından tek tek elden
geçiriliyor. Ve neredeyse her birinden bir parça ödün veriliyor.
İktidarın ustalık dönemindeki bu yeniden
şekillendirme süreci Türk Dil ve Tarih Kurumuyla başladı. Yeniden şekillendirme
diyorum çünkü yeniden yapılandırma olumlu bir anlam taşır. Buradaki niyet
“şekillendirme”dir. Arzu edilen hedefe yönelik şekillendirme.
Şöyle bir hafızalarımızı zorlayalım. Ustalık
döneminin başlarında Milli Eğitim’in ders kitaplarında Atatürk
İlke ve İnkılaplarına uygunluk koşulu, ilgili bakan tarafından "Zaten
anayasada var, yeter" denilerek kaldırıldı. Daha
sonra bir gece ansızın kanun hükmünde kararname eliyle TDK ve
TTK’dan “Atatürkçü düşünce” ile “Atatürk ilke ve inkılaplarını” yaymak
ve geliştirmeye yönelik temel ilkeleri kaldırıldı. Bir diğer deyişle kurumların
içi boşaltıldı. Hemen ardından 4+4+4 kesintili sistem ile eğitime darbe
vuruldu. Milli Eğitim’de bir devrim niteliğinde olan 8 yıllık eğitim alt üst
edilmişti.
29
Mayıs 1926’da kabul edilen ve cumhuriyetin önemli bir kazanımı olan Türk Ticaret Kanunu’na geldi sıra. Türk
Ticaret Kanunu’nun şeffaflaşma kılıfıyla yenilenme teklifi geldi meclise. Artık
devletin belirleyeceği bağımsız denetmen eliyle şirketlere istenilen yaptırım
uygulanabilecekti. Eğitimden sonra
ticarette şekillenecekti. Hemen ardından yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde
vatandaşlık ve millet kavramları tartışmaya açıldı. Bu da yetmedi sıra anadilimizin
masaya yatırılmasına geldi. Tek dil mi çok dil mi derken başbakan’dan inciler
döküldü. Başbakan bu sefer “tek din” vurgusu yaparak laiklik kavramına yoklama
çekmeye başlamıştı. Ve en son şapka ve kıyafet devriminin yıldönümü haftası,
okullarda kıyafet serbestisiyle eşitlik ilkeside alt üst edilerek henüz çocuk
yaştaki öğrencilere okulda türbanın yolu açıldı.
2011 Genel seçiminden bu yana iktidarın bu girişimlerine
bakarsak ustalık döneminin tam bir “icraat” dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Çıraklık
döneminde dönüşüm için gerekli kadrolaşmayı sağlayan iktidar, kalfalık
döneminde de tartışılmaz dediğimiz tüm kavramları yani kırmızı çizgilerimizi
tartışmaya açmış, bununla da yetinmeyip kucağımıza nur topu gibi bir Kürt
açılımı bırakmıştı. Ustalık döneminde ise artık zemin hazırdı. Sanki tüm
devrimlerle bir hesaplaşma yaşanırcasına, bir rövanş alırcasına müdahaleler
yapılmaya başlandı her alanda. İktidarın bu müdahalelerine nereye kadar izin
verilebileceği sorusu ise bizim önümüzde önemli bir mesele olarak duruyor.
Burada iktidarın güzergahını değiştirebilecek en kuvvetli etmen ana muhalefet
partisi CHP’nin kırmızı çizgileridir. Değişmesi teklif edilemeyecek kırmızı
çizgiler…
Seçim takvimi yaklaştıkça iktidar cumhuriyet kazanımlarına
yönelik eylemlerini peşi sıra gerçekleştirmeye devam edecek gibi görünüyor. Artık
hastalandıktan sonra doktora gitme lüksümüz kalmadı. Kuvvetli öngörülerle
yaklaşan kıyamete karşı önlemimizi almalıyız. Korkarım ki sonra tedavi için çok
geç olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder