Sol yanım...

10 Aralık 2012 Pazartesi

KIRMIZI ÇİZGİLER


Mustafa Kemal Cumhuriyet’in kuruluş sürecini tesadüfe bırakmamıştı. Stratejisini doğru belirlemiş, hedefini net koymuştu. Amacı uygar bir Türkiye idi. Bu uygarlık, kim ne derse desin “Batı” uygarlığıydı. Osmanlı’dan kalan hastalıklı mirası iyi analiz etmiş, bu doğrultuda yapacağı her devrimi büyük bir hassasiyetle planlamıştı.

Saltanatın kaldırılmasıyla başlayan devrim süreci bilinçli bir şekilde her alanda işliyordu. 30 Ağustos 1925’de Mustafa Kemal Kastamonu’da tarihi konuşmalarından birini yaparken; “Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe doğru uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Bilince hastalık bulaşmadıkça geriye gitmek veya duraklamak hatıra dahi gelmez” demişti.

Bilince hastalık bulaşmadıkça...

Gelin görün ki 21. Yüzyıl Türkiye’sinde bilince hastalık bulaştı. Hastalık bilince bulaştığı gibi tüm bedeni de sardı. Cumhuriyet’in kuruluşunda gerçekleşmiş tüm devrimler iktidar tarafından tek tek elden geçiriliyor. Ve neredeyse her birinden bir parça ödün veriliyor.

İktidarın ustalık dönemindeki bu yeniden şekillendirme süreci Türk Dil ve Tarih Kurumuyla başladı. Yeniden şekillendirme diyorum çünkü yeniden yapılandırma olumlu bir anlam taşır. Buradaki niyet “şekillendirme”dir. Arzu edilen hedefe yönelik şekillendirme.  

Şöyle bir hafızalarımızı zorlayalım. Ustalık döneminin başlarında Milli Eğitim’in ders kitaplarında Atatürk İlke ve İnkılaplarına uygunluk koşulu, ilgili bakan tarafından "Zaten anayasada var, yeter" denilerek kaldırıldı. Daha sonra bir gece ansızın kanun hükmünde kararname eliyle TDK ve TTK’dan “Atatürkçü düşünce” ile “Atatürk ilke ve inkılaplarını” yaymak ve geliştirmeye yönelik temel ilkeleri kaldırıldı. Bir diğer deyişle kurumların içi boşaltıldı. Hemen ardından 4+4+4 kesintili sistem ile eğitime darbe vuruldu. Milli Eğitim’de bir devrim niteliğinde olan 8 yıllık eğitim alt üst edilmişti.

            29 Mayıs 1926’da kabul edilen ve cumhuriyetin önemli bir kazanımı olan  Türk Ticaret Kanunu’na geldi sıra. Türk Ticaret Kanunu’nun şeffaflaşma kılıfıyla yenilenme teklifi geldi meclise. Artık devletin belirleyeceği bağımsız denetmen eliyle şirketlere istenilen yaptırım uygulanabilecekti.  Eğitimden sonra ticarette şekillenecekti. Hemen ardından yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde vatandaşlık ve millet kavramları tartışmaya açıldı. Bu da yetmedi sıra anadilimizin masaya yatırılmasına geldi. Tek dil mi çok dil mi derken başbakan’dan inciler döküldü. Başbakan bu sefer “tek din” vurgusu yaparak laiklik kavramına yoklama çekmeye başlamıştı. Ve en son şapka ve kıyafet devriminin yıldönümü haftası, okullarda kıyafet serbestisiyle eşitlik ilkeside alt üst edilerek henüz çocuk yaştaki öğrencilere okulda türbanın yolu açıldı.

2011 Genel seçiminden bu yana iktidarın bu girişimlerine bakarsak ustalık döneminin tam bir “icraat” dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Çıraklık döneminde dönüşüm için gerekli kadrolaşmayı sağlayan iktidar, kalfalık döneminde de tartışılmaz dediğimiz tüm kavramları yani kırmızı çizgilerimizi tartışmaya açmış, bununla da yetinmeyip kucağımıza nur topu gibi bir Kürt açılımı bırakmıştı. Ustalık döneminde ise artık zemin hazırdı. Sanki tüm devrimlerle bir hesaplaşma yaşanırcasına, bir rövanş alırcasına müdahaleler yapılmaya başlandı her alanda. İktidarın bu müdahalelerine nereye kadar izin verilebileceği sorusu ise bizim önümüzde önemli bir mesele olarak duruyor. Burada iktidarın güzergahını değiştirebilecek en kuvvetli etmen ana muhalefet partisi CHP’nin kırmızı çizgileridir. Değişmesi teklif edilemeyecek kırmızı çizgiler…

Seçim takvimi yaklaştıkça iktidar cumhuriyet kazanımlarına yönelik eylemlerini peşi sıra gerçekleştirmeye devam edecek gibi görünüyor. Artık hastalandıktan sonra doktora gitme lüksümüz kalmadı. Kuvvetli öngörülerle yaklaşan kıyamete karşı önlemimizi almalıyız. Korkarım ki sonra tedavi için çok geç olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder