“Dans, balo filan hepsi vesile, hepsi bahane.
Bizim hayalimizden bile geçmeyen o makineler, cihazlar, aletler, bilimsel
buluşlar, sanat ve düşünce eserleri, elbette rastlantı ya da talih işi değil.
Hepsinin arkasında canlı, uygar, özgür, rahat bir hayat var.İlerlemek için bu
canlı hayatı sağlamak, üzerimizdeki yüzlerce yıllık bağnazlık tozunu silkelemek
zorundayız. Hayata kapalı insanlarla uygarlık yarışına girilebilir mi?” Gazi
Mustafa Kemal- 06/Kasım/1925
(Aktaran, T. Özakman, 2010.)
“Hayata kapalı insanlarla uygarlık yarışına
girilebilir mi?” diye soruyor Mustafa Kemal. Şapka ve kıyafet kanununun
çıkmasına sayılı günler kala Ankara’daki çiftliğinde. Yeni açtığı Uşak Şeker
Fabrikasının heyecanıyla bir dost sohbetinde, anlatıyor. Artık gittiği her
yerde insanların fes takmaktan vazgeçtiğini farkediyor. Kolay değil. Şapkanın
dinen caiz olmadığını düşünenler çoğunlukta. Müftüler tarafından fetvalar
veriliyor bu konuda. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Hoca “Şapka
giymekte dini ve vicdani sakınca yoktur” diye açıklama yapıyor. Düşünün.
Yüzyılların dine dayalı giyim kuşam alışkanlıklarından kurtulmak ne kadar zor.
İşte bundan ötürü devrim niteliğinde diyoruz M.Kemal’in inkilaplarına.
Mustafa Kemal, yaklaşık 624 yıl hüküm süren
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma bazı bağnaz alışkanlıklardan kolay
kurtulunamayacağını biliyordu. Osmanlı özellikle son 200 yılında, İslam kisvesi
altında devlete kemikleşmiş bir dini yapı yerleştirmişti. Bu noktada dinin
devlet yönetiminden ayrışması farzdı. İşte “laiklik” hızır gibi yetişti o
günlerde.
Evet. Kıyafet devrimide diğerleri gibi kolay
gerçekleşmedi. Sancılıydı. Bugüne geldiğimizde, cumhuriyetin tüm bu
kazanımlarının sadece “89” yıldır bu topraklarda yaşadığını unutmamamız gerekir.
Cumhuriyet henüz çok genç. 600 Yıllık imparatorluğun yerleşmiş kimi alışkınlıklarından
tam olarak kurtulmak için zamana ihtiyacımız var. Bu zamanı ancak cumhuriyet devrimlerini
geliştirerek, sürekli kılarak lehimize çevirebiliriz.
Peki biz bu zamanı yani “cumhuriyet sürecini” nasıl
kullanıyoruz? Devrimleri geliştirerek mi yoksa devrimin yıldönümü haftasında devrime
karşıt girişimlerde bulunarak mı?
Bildiğiniz üzere okullarda serbest kıyafete dair yönetmeliğin
geçmesiyle artık devlet okullarında tek tip kıyafet dönemi kapanmış oldu. Devlet
okullarında diyorum çünkü özel okullarda velilerin %60’ının ortak kararıyla tek
tip kıyafet uygulaması olabileceği belirtilmiş. Şu çok net ki burada amaç
devlet okulu öğrencilerine yönelik. Ve çok açık ki başörtüsünün serbest kalması
için gündeme getirilmiş bir mevzu. Hemde devrimin yıl dönümü haftasında... Bu
konuyla ilgili sendikalar gerekli açıklamaları yaptı. Bu meselenin birçok
açıdan zararları var. En önemlisi sosyo-ekonomik farklılıkların ortaya çıkacak
olması. Bırakın doğuyu güneydoğuyu, büyükşehirlerin göbeğinde dahi yaşanan
yoksulluk manzaraları en azından okul ortamında bir önlükle kapanıyordu. Her
çocuk eşit oluyordu 50 TL’lik bir önlükle. Şimdi durum öyle mi olacak? Sanki
her alanda koşulsuz bir özgürlüğümüz varmış gibi mesele okuldaki kıyafet
serbestiyetine dayandı. Peki bu uygulama örnek teşkil edip diğer kurumlara sıçrarsa
ne yapacağız? Belki de kademeli olarak amaç budur.
Türkiye’de aslında hiçbir siyasi partinin
başörtüsüne bir karşıtlığı yok. Burada mesele yaşı itibariyle kendi kendine
karar veremeyecek çocukların “iradeleri dışında” örtünmeye mecbur kalmaları. Ya da ekonomik durumlarını ortaya çıkaracak bir ortamın sağlanmış olması. Yoksa 18 yaşına geldikten sonra kendi kararını verip, istediği yaşamı
sürebilir. Benzer durum hizmet verenler açısından da geçerli. Bir doktor
başörtülü olduğu için erkek hastalara hizmet veremeyecekse mesleğinin gereğini
yerine getiremiyor demektir. Ki zaten
özel sektörde birçok kuruluş başörtülü doktorları çalıştırıyor. Buna dair bir engel yok. Burada devlet kurumlarının tutumu önemli bizim için.
Hikayenin başına yani cumhuriyetin ilk yıllarına
dönersek Mustafa Kemal bugünleri görmüşcesine Ekim 1925 yılında İzmir’e doğru
giderken Akhisar’da yaptığı konuşmasında: “Devrimlerin temellerini hergün
derinleştirmek, güçlendirmek gerekir. Birbirimizi aldatmayalım. Uygar dünya çok
ilerde. Ona yetişmek , o uygarlık dünyasına girmek zorundayız” demiş. (Aktaran,
T. Özakman, 2010.)
Evet, Mustafa Kemal’in dediği gibi “birbirimizi
aldatmayalım”. Örtülü niyetlerimize çocuklarımızın ikballerini karıştırmayalım.
Bizim meselenin özünü anlamamız lazım. Yoksa hiç kimsenin, özellikle sosyal
demokrat görüşü savunan hiç kimsenin kişinin yaşam tarzına yönelik
kısıtlamalara taraf olması beklenemez. Ama küçücük çocukların haklarına kendi
siyasi ihtiraslarımız için müdahil olamayız. Olmamalıyız. Aksi takdirde tarih
bunun hesabını hepimizden elbet birgün sorar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder