Sol yanım...

30 Kasım 2012 Cuma

BİR DEVRİME DAİR


“Dans, balo filan hepsi vesile, hepsi bahane. Bizim hayalimizden bile geçmeyen o makineler, cihazlar, aletler, bilimsel buluşlar, sanat ve düşünce eserleri, elbette rastlantı ya da talih işi değil. Hepsinin arkasında canlı, uygar, özgür, rahat bir hayat var.İlerlemek için bu canlı hayatı sağlamak, üzerimizdeki yüzlerce yıllık bağnazlık tozunu silkelemek zorundayız. Hayata kapalı insanlarla uygarlık yarışına girilebilir mi?” Gazi Mustafa Kemal- 06/Kasım/1925
(Aktaran, T. Özakman, 2010.)

“Hayata kapalı insanlarla uygarlık yarışına girilebilir mi?” diye soruyor Mustafa Kemal. Şapka ve kıyafet kanununun çıkmasına sayılı günler kala Ankara’daki çiftliğinde. Yeni açtığı Uşak Şeker Fabrikasının heyecanıyla bir dost sohbetinde, anlatıyor. Artık gittiği her yerde insanların fes takmaktan vazgeçtiğini farkediyor. Kolay değil. Şapkanın dinen caiz olmadığını düşünenler çoğunlukta. Müftüler tarafından fetvalar veriliyor bu konuda. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Hoca “Şapka giymekte dini ve vicdani sakınca yoktur” diye açıklama yapıyor. Düşünün. Yüzyılların dine dayalı giyim kuşam alışkanlıklarından kurtulmak ne kadar zor. İşte bundan ötürü devrim niteliğinde diyoruz M.Kemal’in inkilaplarına.

Mustafa Kemal, yaklaşık 624 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma bazı bağnaz alışkanlıklardan kolay kurtulunamayacağını biliyordu. Osmanlı özellikle son 200 yılında, İslam kisvesi altında devlete kemikleşmiş bir dini yapı yerleştirmişti. Bu noktada dinin devlet yönetiminden ayrışması farzdı. İşte “laiklik” hızır gibi yetişti o günlerde.

Evet. Kıyafet devrimide diğerleri gibi kolay gerçekleşmedi. Sancılıydı. Bugüne geldiğimizde, cumhuriyetin tüm bu kazanımlarının sadece “89” yıldır bu topraklarda yaşadığını unutmamamız gerekir. Cumhuriyet henüz çok genç. 600 Yıllık imparatorluğun yerleşmiş kimi alışkınlıklarından tam olarak kurtulmak için zamana ihtiyacımız var. Bu zamanı ancak cumhuriyet devrimlerini geliştirerek, sürekli kılarak lehimize çevirebiliriz.

Peki biz bu zamanı yani “cumhuriyet sürecini” nasıl kullanıyoruz? Devrimleri geliştirerek mi yoksa devrimin yıldönümü haftasında devrime karşıt girişimlerde bulunarak mı?

Bildiğiniz üzere okullarda serbest kıyafete dair yönetmeliğin geçmesiyle artık devlet okullarında tek tip kıyafet dönemi kapanmış oldu. Devlet okullarında diyorum çünkü özel okullarda velilerin %60’ının ortak kararıyla tek tip kıyafet uygulaması olabileceği belirtilmiş. Şu çok net ki burada amaç devlet okulu öğrencilerine yönelik. Ve çok açık ki başörtüsünün serbest kalması için gündeme getirilmiş bir mevzu. Hemde devrimin yıl dönümü haftasında... Bu konuyla ilgili sendikalar gerekli açıklamaları yaptı. Bu meselenin birçok açıdan zararları var. En önemlisi sosyo-ekonomik farklılıkların ortaya çıkacak olması. Bırakın doğuyu güneydoğuyu, büyükşehirlerin göbeğinde dahi yaşanan yoksulluk manzaraları en azından okul ortamında bir önlükle kapanıyordu. Her çocuk eşit oluyordu 50 TL’lik bir önlükle. Şimdi durum öyle mi olacak? Sanki her alanda koşulsuz bir özgürlüğümüz varmış gibi mesele okuldaki kıyafet serbestiyetine dayandı. Peki bu uygulama örnek teşkil edip diğer kurumlara sıçrarsa ne yapacağız? Belki de kademeli olarak amaç budur.

Türkiye’de aslında hiçbir siyasi partinin başörtüsüne bir karşıtlığı yok. Burada mesele yaşı itibariyle kendi kendine karar veremeyecek çocukların “iradeleri dışında” örtünmeye mecbur kalmaları. Ya da ekonomik durumlarını ortaya çıkaracak bir ortamın sağlanmış olması. Yoksa 18 yaşına geldikten sonra kendi kararını verip, istediği yaşamı sürebilir. Benzer durum hizmet verenler açısından da geçerli. Bir doktor başörtülü olduğu için erkek hastalara hizmet veremeyecekse mesleğinin gereğini yerine getiremiyor demektir. Ki zaten  özel sektörde birçok kuruluş başörtülü doktorları çalıştırıyor. Buna dair bir engel yok. Burada devlet kurumlarının tutumu önemli bizim için.

Hikayenin başına yani cumhuriyetin ilk yıllarına dönersek Mustafa Kemal bugünleri görmüşcesine Ekim 1925 yılında İzmir’e doğru giderken Akhisar’da yaptığı konuşmasında: “Devrimlerin temellerini hergün derinleştirmek, güçlendirmek gerekir. Birbirimizi aldatmayalım. Uygar dünya çok ilerde. Ona yetişmek , o uygarlık dünyasına girmek zorundayız” demiş. (Aktaran, T. Özakman, 2010.)

Evet, Mustafa Kemal’in dediği gibi “birbirimizi aldatmayalım”. Örtülü niyetlerimize çocuklarımızın ikballerini karıştırmayalım. Bizim meselenin özünü anlamamız lazım. Yoksa hiç kimsenin, özellikle sosyal demokrat görüşü savunan hiç kimsenin kişinin yaşam tarzına yönelik kısıtlamalara taraf olması beklenemez. Ama küçücük çocukların haklarına kendi siyasi ihtiraslarımız için müdahil olamayız. Olmamalıyız. Aksi takdirde tarih bunun hesabını hepimizden elbet birgün sorar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder