Ülkemizde
gündem o kadar hızlı değişiyor ve o kadar yoğun ki bazen boğulacak gibi
oluyorum. Siyasi gündeme dair iyi
haber almayı unutmuş beynimi dinlendirmek ve karamsarlıktan uzaklaşmak için
çoğu zaman tarih ya da felsefe okuyorum. Bu İmralı süreci sendromu mudur nedir
bu hafta da kendimi felsefe kitaplarına gömdüm. Hodgkinson’nun Yönetim
Felsefesi adlı kitabının sayfalarını 3. kere çevirirken (ki hala tekrar tekrar
okumaya ihtiyacım var) karşıma sizlerle paylaşmayı arzu ettiğim kimi
düşünürlerin “gerçekliği görme”
üzerine katkıları çıktı. Aslında bu düşünürleri belki de birçoğumuz facebook ve
twitter camiasında sıklıkla paylaşılan/paylaştığımız aforizmaların yazarları
olarak tanıyoruz. Elbette ilgi duyup eserlerini okuyanlarımız vardır. Ancak şu
çok açık bir gerçek ki eserlerini okumasak dahi 18. ya da 19. yüzyılda söylemiş
bir kelam bugün içinde bulunduğumuz bazı halleri tarifleyebiliyor. İşte tam da
beni anlatıyor dediğimiz aforizmalara rastlayınca ya hemen paylaşıyoruz ya da
retweet ediyoruz. Bu filozofların düşüncelerinin zamansızlığı ve
durumsalsızlığı insanı hayrete düşürüyor öyle değil mi? İşte belki de tam da bu
yüzden felsefe okumamız lazım. Zamana bağı olmadan geçerliliğini koruduğu için…
Toplumsal
olarak felsefeye çok mesafeli bir duruşumuz var. Hatta “felsefe yapma” diyerek
belki de yapılmasını istemediğimiz bir üstten bakma hali gibi geliyor bize. Felsefeye
benzer şekilde biz buluşçuluğu da sevmiyoruz. “İcat çıkarma” sözüde buna
örnektir. Halbuki innovasyon toplumların değer yaratmasının en önemli şartlarından.
İcat etmek aslında ne kadar önemli öyle değil mi? Yanlış öğretiler ve sınırlandırılmış düşün dünyası ülkemizde
bilimsel gelişime ciddi sekte vurmuştur. Bölümsüz üniversitelerin dünyada
uygulamaya başladığı bu günlerde artık bizim de felsefeyle, sosyolojiyle,
tarihle ilişkilerimizi sıkılaştırmamızda fayda var. Bence uzmanlık alanı her ne
olursa olsun temel felsefe ve tarih dersleri her bölümde zorunlu ders olarak
verilmeli. (İnkilap Tarihi zorunlu ders olarak veriliyor fakat lise
düzeyinde…Yetersiz.) Aynı zamanda okutulan tarih ve felsefe temel kitapları
yeniden daha kapsamlı yazılmalı ki bu konuya hiç girmeyeceğim.
Konumuza
dönecek olursak felsefeyi 500 kelimede hap haline getirip sunmak neredeyse
imkansız. Ya da ciddi uzmanlık ister. Benim değinmek istediğim hayatın her
alanında karar verme ve muhakeme süreçlerinde felsefi altyapıya ihtiyacımız
olduğudur. Siyaset bunların başında geliyor. Zaten çoğunlukla sığ siyasi tartışmaların
nedeni felsefi derinlikten yoksunluktur. Ağzımız açık, büyülenmiş vaziyette
izlediğimiz yorumcuların sırrı ise felsefi derinlikleridir.
Hodgkinson’un
kitabından bahsedecektim öyle değil mi? Mevzu felsefenin önemine gelince
kitabın detaylarına giremedim. Filozofların analizden eyleme (praksis) geçmesi
gerektiğini ilk vurgulayan Karl Marx’ın bu yöndeki girişimlerinin sonuçları
Platon, Aristo ve Makyavel’den daha etkili oldu diyemesekte tüm modernite
üzerinde muazzam bir etki yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Değişimin
diyalektik analizine, sınıf mücadelesine, ekonomik altyapı ve kültürel üst
yapıya yönelik kavramsal yaklaşımları günümüzde dahi kendine yoğun taraftar
bulabilmektedir. Düşünür ve filozofların iç dünyasına önümüzdeki yazılarımda
daha sık gireceğim. Bu yazıda sadece bir giriş yapmış olayım.
Aslında
sosyal medyada özlü sözleriyle tanıdığımız filozof ve düşünürlerin fikir dünyasına
daha derin yolculuklar yapmak hem günceli yorumlamada hem yaşamı sorgulamada
aydınlatıcı etki yaratıyor. Yoksa bir girdabın içerisinde hep aynı sözleri
tekrarlayıp duruyoruz. Her zaman aradığımız 3. yolu bulabilmek belki de böyle
mümkün olacaktır. Kim bilir…