Gezi’den mesajınız var...
Gezi Parkı direnişinden herkesin posta kutusuna
bir mesaj düştü aslında... Mesajı alıp, okuyabiliyorsanız ne ala... Yok
alamıyorsanız o zaman sisteme misafir yaşamaya devam edeceksiniz demektir.
Uzun yıllardır alışık olmadığımız bir şekilde
kendiliğinden gelişen bu halk hareketi, eylemleriyle ünlü ’68 kuşağı dahil
olmak üzere birçoğumuzu şaşkınlığa uğrattı. Eylemsellik tarzını hayranlıkla
izlediğimiz ve çoğu zaman bir parçası olduğumuz bu halk ve hatta “gençlik” hareketinin;
kendi kendine örgütlenme biçimi, bütünün siyaseten tam bağımsızlığına rağmen
oluşturduğu ortak dili, zamana karşı direnci, heterojen bir oluşum olmasına
rağmen sonuç olarak ortaya çıkardığı homojen yapı, barındırdığı alt-sistemlerin
birbirleriyle ve çevreyle ahenkli ilişkisi akademik çalışmalara konu olacak
türden.
Gezi Parkı direnişinin öncüleri 20’li yaşları
süregelen gençlerdi... ’68 Kuşağı büyüklerinin bile, kendi deyimleriyle gıpta
ettiği yaratıcılıklarıyla gerçekten “orantısız zekalarını” meydanlara,
pankartlara, eylemlerine yansıttılar. Yansıttılar ama önemli olan bu büyük
toplumsal hareketin birçok kesime vermek istediği mesajları doğru okumak
aslında.
Gezi’nin dolayısıyla gençlerin vermek istediği
mesajlar nelerdi? İsterseniz bu mesajlara birlikte bir göz atalım.
İlk mesaj iktidara;
Aslında tabi ki Gezi Parkı direnişinin en önemli
mesajı iktidara, hatta öncelikle başbakanaydı. Alınması gereken ilk mesaj, artık
“ben yaptım oldu” döneminin geride kaldığıdır.
Eylemin doğuşuna baktığımızda; Gezi Parkı yerine
yapılmak istenen Topçu Kışlası’naydı itirazlar. Ve tetikleyici unsur
şarkılı-şiirli-kitap okunarak yapılan bir protestoya, sabahın 05:00’inde gaz
bombalarıyla müdahaleydi. “Halka rağmen” yapılmak istenen bu proje kabul
görmedi. Ve zaten uzun süredir süregelen yasaklardan bunalan gençler
Türkiye’nin dört bir yanında eyleme başladılar.
Başbakanın ve tüm siyasetçilerin görmesi gereken
artık meselelerin çözümünde yönetim metodu olarak “En İyi Tek Yol" (One Best Way-Taylorizm)
devrinin de kapanmış olmasıdır. Yani geçmiş yıllarda olduğu gibi; -hükümetin
kararına itiraz eden, protesto edenleri polis aracılığla sustur, gözaltına al,
korkut, geri adım atarlar- inanışı çöktü. Kısaca artık yönetim değil “yönetişim”
vakti. Yani yönetim sürecine halkın katılımı ve paylaşımı önemli. Başka bir
deyişle birlikte yönetmek, vatandaşı kamunun ortağı haline getirmek. Yani “paydaş”
olmak öncelikli olmalı. Gençlerin talebi de bu yöndeydi: “Bizim de söyleyecek
sözümüz var” diyorlardı.
İktidar bu mesajı aldı mı?
Hayır. Başbakanın son günlerde verdiği demeçlerden
gördüğümüz kadarıyla maalesef bu mesajlar iktidar tarafından algılanamadı.
Yoksa terör örgütüyle bile “toplumsal barış” için uzlaşı masasına oturan
devlet, sadece “katılım, özgürlük ve çok seslilik” isteyen gençlerle neden
uzlaşmaya çalışmasın?
Bu uzlaşının mümkün olup olmadığını ilerleyen
günlerde göreceğiz.
Gelelim Gezi Parkı’nın ikinci mesajına. Gençlerin
ikinci mesajı meclise ve halkı temsilen seçilmişlere;
Gezi Parkı direnişi aynı zamanda, AKP iktidarı
döneminde tamamıyla teoride kalan TBMM’nin işlevsizliğine de bir tepkidir.
Meşru zemindeki siyasi çözümsüzlük, çözümü meşru olmayan kanallara akıtacaktır.
Dünya’daki tüm gelişmeleri sosyal medya aracılığıyla takip eden bir nesile,
klasik yönetim zihniyetiyle yaklaşan siyasetçilerin inandırıcılığı da kalmamıştır.
Gezi Parkı direnişi göstermiştir ki pro-aktif stratejilerle yaklaşan
tehlikelere karşı siyaseten önlem alan, monoton-kalıplaşmış siyaset anlayışının
dışına çıkan, yeniliğe açık, dogmalardan arınmış ve sosyal medya aracılığıyla halkla
iletişime geçen siyasetçiler artık toplumda karşılık bulacaktır. Ve en önemlisi
tüm bu yetkinliklere sahipken siyasetçinin “samimi” olanı gönüllerde yer
edinecektir.
Bu noktada bir parantez açmak isterim. 31 Mayıs
Gezi Parkı hareketi, iktidar mensuplarının ima ettiği gibi dış kaynaklı bir eylem
değil. Gezi Parkı’na gidip oradaki eylemin havasını teneffüs eden her birey bu
hareketin öncelikle “anti-kapitalist” bir girişim olduğunu iliklerine kadar
hissedecektir. Ve bu eyleme karşı çıkanların söylediği gibi bu direniş bir
oyunun parçası da değildir. Aslında tam da bir “oyun-bozandır”. Kapitalist
güçlerin oyunlarını altüst etmiştir. Tahmin edilemeyen, öngörülemeyen, hesaplanamayan
ve zaten plansız, rutin dışı bir eylemdir.
Parantezi kapattıktan sonra gelelim eylemin son
mesajına. Tüm bu çerçeve dahilinde son mesaj gençlerin ailelerine. Yaşam
tarzlarına müdahaleyi, yasakları, zorlamayı kabul etmeyen bu nesil, ailelerine
de Gezi aracılığıyla önemli bir mesaj vermiştir.
Gençler artık hangi okulda okumak istediklerine,
kiminle nasıl evlenmek istediklerine (hatta evlenmeme tercihlerine),
giyim-kuşam özgürlüklerine sahip olmak istiyorlar. Hangi siyasi görüşten olursa
olsun istedikleri “özgürlük” aynı. Bu bağlamda ailelere de, gençlerin karar
süreçlerinde kolaylaştırıcı/ destekleyici/ yol gösterici olmak düşüyor.
Sözün özü artık gerçek manada “demokrasiyi”,
“çoğulculuğu”, “katılımcı yönetimi”, “özgürlüğü” ve yine gerçek manada “barışı”
isteyen bir gençlik var Türkiye’de. Ve bu isteğin önüne, devlet iradesinin
alışageldik metodlarıyla geçilmesi mümkün değil. Tüm bu gerçekleri gören,
mesajları doğru okuyan ve bu çerçevede kendini yeniden yapılandıran bir siyasi
irade çözümün de, uzlaşının da parçası olacaktır. Yoksa “halka rağmen” gidilecek yol
çıkmazdır.
Umuyorum herkes Gezi Parkı’ndan kendi payına düşen
mesajı alır. Çok geç olmadan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder