Sol yanım...

8 Eylül 2013 Pazar

VİCDAN


VİCDAN

Çocukluğumda oturduğumuz mahallede bir Hasan Amcamız vardı. Kuralcı, otoriter hatta despot denecek bir aile reisiydi. Eşi Ayla Teyze onun baskısından ve şiddetinden bunalmış ve artık iyice sesi çıkmaz olmuştu. 2 Çocuğu vardı Hasan Amca’nın… Biri babasına duyduğu korkudan sinmiş ve sözünden çıkmaz olmuştu. Diğeri ise babasının şiddetine tahammül edemiyordu. Zaman zaman isyan ediyor ve her seferinde bu isyanı dayakla son buluyordu… Hasan Amca’nın evinde gözyaşı ve şiddet eksik olmazken komşu çocuklarına gösterdiği merhamet ve sevgi hepimizi şaşırtıyordu.

Öyle ya içinde sevgi barındıran bir insan kendi çocuklarına karşı nasıl şiddet kullanabilirdi? Kendi evinde huzuru, adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü bir türlü sağlayamazken komşunun çocuklarına karşı duyduğu sevgi ne kadar inandırıcı olabilirdi?

Ne kadar?

Son günlerde yaşadıklarımız bana Hasan Amca’nın kendi içinde çelişkilerle dolu hikayesini hatırlattı. Kendi ülkesinde gençler, sadece özgürlük ve demokrasi istediği için sokak ortasında döve döve öldürülürken sesi çıkmayanların, Mısır için gözyaşları dökmesinin nasıl bir çelişki olduğunu düşündüm. Bu yüreklerde merhamet vardı da bunu kendi evlatlarından neden esirgemişlerdi? Neden?

Bazı ruh hallerini çözmek mümkün değil… Mısır ve Gezi üzerine yazılan yazıların çoğunda acıları kıyaslamayın diyorlar… Her nerede insanlık suçu işleniyorsa karşısında durun diyorlar… Öldürülen insanları siyasete alet etmeyin diyorlar… Katliamın her türlüsüne karşı durun diyorlar… Başkalarının acısını kendi acınız bilin diyorlar…

Evet aslında bu söylenenlerin hepsi doğrudur. Kendimizi, Türkiye’de tüm yaşananlardan soyutlarsak bu cümlelere itiraz etmemiz mümkün değil. Amma velakin durum o kadar basit değil. Henüz Uludere katliamının düğümü çözülmemişken, Abdocan’ın nasıl öldüğü bilinmezken, Ali İsmail’in failleri ortada yokken ve Gezi eylemlerinde hayatını kaybetmiş gençler için hükümet yetkililerinden en azından bir taziye mesajı gelmemişken yüreğimizdeki adalet terazisini dengede tutmak o kadar kolay değil…

Hükümetin kendi halkından esirgediği sevgiyi ve hoşgörüyü, Mısır için cansiperane göstermesi de kimse kusura bakmasın ama anlaşılır iş değil. 1 Haziran’dan beri süregelen eylemler boyunca yüzünü hiç göremediğimiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, Mısır’da yaşanan darbe üzerine İstanbul’da bir meydana “Rabia” adını vereceklerini açıklaması ise bu basiretsiz yönetim anlayışının tuzu biberi oldu.

Sayın Topbaş kusura bakmasın… Antakya halkı yitirdikleri evlatlarını anmak için sokağa çıktığında hala şiddete uğrarken iktidar yetkililerinin endazesi bozulmuş vicdanlarının sesini dinleyemeyeceğiz. Sayın Topbaş, Mısır için gösterdiği hassasiyetin binde birini yönettiği İstanbul’un göbeğinde olup bitenlere göstermediği için şimdi söylediklerinin hiçbir hükmü yoktur.

Ve ezcümle; Meydanlar halkındır. Ve halk kendi meydanlarına hangi ismi vereceğini önümüzdeki seçimlerde söyleyecektir. Kimsenin şüphesi olmasın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder