VİCDAN
Çocukluğumda oturduğumuz mahallede bir Hasan
Amcamız vardı. Kuralcı, otoriter hatta despot denecek bir aile reisiydi. Eşi
Ayla Teyze onun baskısından ve şiddetinden bunalmış ve artık iyice sesi çıkmaz
olmuştu. 2 Çocuğu vardı Hasan Amca’nın… Biri babasına duyduğu korkudan sinmiş
ve sözünden çıkmaz olmuştu. Diğeri ise babasının şiddetine tahammül edemiyordu.
Zaman zaman isyan ediyor ve her seferinde bu isyanı dayakla son buluyordu…
Hasan Amca’nın evinde gözyaşı ve şiddet eksik olmazken komşu çocuklarına
gösterdiği merhamet ve sevgi hepimizi şaşırtıyordu.
Öyle ya içinde sevgi barındıran bir insan kendi
çocuklarına karşı nasıl şiddet kullanabilirdi? Kendi evinde huzuru, adaleti,
sevgiyi, hoşgörüyü bir türlü sağlayamazken komşunun çocuklarına karşı duyduğu
sevgi ne kadar inandırıcı olabilirdi?
Ne kadar?
Son günlerde yaşadıklarımız bana Hasan Amca’nın
kendi içinde çelişkilerle dolu hikayesini hatırlattı. Kendi ülkesinde gençler,
sadece özgürlük ve demokrasi istediği için sokak ortasında döve döve
öldürülürken sesi çıkmayanların, Mısır için gözyaşları dökmesinin nasıl bir
çelişki olduğunu düşündüm. Bu yüreklerde merhamet vardı da bunu kendi
evlatlarından neden esirgemişlerdi? Neden?
Bazı ruh hallerini çözmek mümkün değil… Mısır ve
Gezi üzerine yazılan yazıların çoğunda acıları kıyaslamayın diyorlar… Her
nerede insanlık suçu işleniyorsa karşısında durun diyorlar… Öldürülen insanları
siyasete alet etmeyin diyorlar… Katliamın her türlüsüne karşı durun diyorlar…
Başkalarının acısını kendi acınız bilin diyorlar…
Evet aslında bu söylenenlerin hepsi doğrudur.
Kendimizi, Türkiye’de tüm yaşananlardan soyutlarsak bu cümlelere itiraz etmemiz
mümkün değil. Amma velakin durum o kadar basit değil. Henüz Uludere katliamının
düğümü çözülmemişken, Abdocan’ın nasıl öldüğü bilinmezken, Ali İsmail’in
failleri ortada yokken ve Gezi eylemlerinde hayatını kaybetmiş gençler için
hükümet yetkililerinden en azından bir taziye mesajı gelmemişken yüreğimizdeki
adalet terazisini dengede tutmak o kadar kolay değil…
Hükümetin kendi halkından esirgediği sevgiyi ve
hoşgörüyü, Mısır için cansiperane göstermesi de kimse kusura bakmasın ama
anlaşılır iş değil. 1 Haziran’dan beri süregelen eylemler boyunca yüzünü hiç
göremediğimiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, Mısır’da
yaşanan darbe üzerine İstanbul’da bir meydana “Rabia” adını vereceklerini
açıklaması ise bu basiretsiz yönetim anlayışının tuzu biberi oldu.
Sayın Topbaş kusura bakmasın… Antakya halkı
yitirdikleri evlatlarını anmak için sokağa çıktığında hala şiddete uğrarken
iktidar yetkililerinin endazesi bozulmuş vicdanlarının sesini dinleyemeyeceğiz.
Sayın Topbaş, Mısır için gösterdiği hassasiyetin binde birini yönettiği
İstanbul’un göbeğinde olup bitenlere göstermediği için şimdi söylediklerinin
hiçbir hükmü yoktur.
Ve ezcümle; Meydanlar halkındır. Ve halk kendi
meydanlarına hangi ismi vereceğini önümüzdeki seçimlerde söyleyecektir.
Kimsenin şüphesi olmasın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder