Havada kişisel kaygılar,
beklentilerle dolu, geçici ama endişe verici bir heyecan kokusu var.
Bir trajedi olarak
adlandırabileceğimiz 1 Kasım seçim sonuçlarının tam olarak idrak edilmesine
fırsatımız olmadan, kendimizi içinde bulduğumuz parti içi delege seçimleri,
adeta hastaya vurulmuş ağır kortizon iğnesinin etkisiyle yüksek dozda enerji
veriyor. Ardından gelecek siyasi travmaların, oluşacak hasarların, açılacak
yaraların varlığından bihaber bir telaş içerisindeyiz… Kimimiz mahalle
delegesi, kimimiz il delegesi, kimimiz kurultay delegesi çıkmak istiyor. Bu
yolun sonunda bir de parti meclisi mücadelesi yaşanacak. Ya olursa, ya girersem
telaşı heyecanı yüksek tutuyor.
Elbette siyasi partiler yasasına
göre, tüzüğümüze göre, demokrasinin bir gereği olarak bu seçimleri yapacağız.
Onda şüphe yok. Ama bu heyecanın sadece parti içi bir mücadeleye dönük
olduğunu, seçmende, üyelerimizde, paydaşlarımızda çok derin bir düş kırıklığı
ve hüzün olduğunu kabul etmemiz lazım. Üstelik beklentiler üzerine kurulu bu
heyecan fırtınası dindiğinde ortaya; anayasa değişikliği, başkanlık, özyönetim
talepleri, terör sorunu, sınırda savaş ve hatta hiç dillendirmek istemesem de
iç savaşa varan sorunlarla başbaşa kalacağız. Üstelik yine AKP zihniyetinin
iktidar olduğu bir Türkiye’de… Ülkemizin ve partimizin geleceği adına ciddi
anlamda endişeleniyorum.
Aslında bundan sonra yürüyeceğimiz
yol dikenli, engebeli ve yakıcı. Bu yolda bize yürüyecek dirayet, irade ve güç
gerek. Öncelikle her türlü dar ekipçiliği, klikçiliği, hizipçiliği elinin
tersiyle itmiş, yoldaşlık bağlarının daha kuvvetli örüldüğü bir Cumhuriyet Halk
Partisi gerek. Ortak bir amaca adanmışlık gerek. O ortak amacın partimizin
kuruluş felsefesinde zaten var olduğunu, başka yol haritaları aramanın nafile
olduğunu, kimlik siyasetinin bizi dar alanlara sokan bir tuzak olduğunu anlamak
gerek. Örgütümüze delege olmaktan daha büyük hayaller kurdurabilmek gerek.
Halkımıza bir büyük umudun tek adresi olduğumuzu gönülden inandırmak gerek.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti kuran iradesinden beslenmek, devrimleri
geliştirmek, laikliği doğru kavramak, doğru anlatmak, savrulmamak,
yalpalamamak, tereddüt etmemek gerek. Bize yeniden güven inşaa etmek gerek.
Özeleştiriden korkmamak, doğru yerde, doğru zamanda yapıcı eleştirinin
getireceği iyileştirmelerden faydalanmak gerek.
Ülkenin içine girdiği dar boğazı göre
göre, rejim değişikliğinin ayak seslerini duya duya delege olmuşuz ne çıkar,
yönetime girmişiz ne çıkar.
Esas mesele bu çetin ve dikenli
yolda; Doğruluktan ve siyasi köklerimizden ayrılmadan bir büyük mücadelenin
fitilini ateşleyebiliyor muyuz? Bir gözümüzü yumup bakmadan, kulaklarımızı
tıkamadan, meselenin üstünü örtmeden, ardına saklanmadan, beklentilerden
beslenmeden o büyük gerçeği görebiliyor muyuz?
Bu gerçekliği değiştirmek için
üstümüze düşeni yapabiliyor muyuz? Ortak amaçlarımız uğruna birlik olup yanyana
yürüyebiliyor muyuz? Bundan sonrasında başaracağımıza inanıyor muyuz?
İnanıyorsak bu inancı örgütleyebiliyor muyuz?
Siyaset; bilgi, birikim, öngörü
gerektirdiği kadar cesaret ve yürek işi… Ve bazı zamanlarda daha iyiye evrilmek
için cesaret gösterip doğruları söyleme işi.
Aradığımız soruların yanıtı sol
yanımızda saklı… Yüreğimizde, uğruna mücadele ettiklerimizde, hava su gibi
yaşamamızı sağlayan ideolojimizde, duruşumuzda, özümüzde… Tüm kişisel
beklentilerden arınıp, yüreğimizin sesini dinlediğimizde gerçeği bulacağımıza
inanıyorum. Devrim köklü ve nitelikli değişimdir. Bunun için bize yalnızca
biraz cesaret gerek. Biraz cesaret.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder