Sol yanım...

30 Mart 2016 Çarşamba

Yokluğumda...

Aslında bu topraklarda doğmam kolay olmadı.

Ama doğumumdan ziyade yaşamakta çok güçlük çektim.

Varlığımın gerekliliğini tartışanlara, olmasa da olurdu, hatta daha iyi olurdu diyenlere karşı mücadelem hiç bitmedi. Yoruldum.

Değerimi ne kadar bildiniz bilemiyorum. Ama bu ülkede yaşarken başınıza gelen, şikayet ettiğiniz ve anlam veremediğiniz her ne varsa beni tüketmişliğinizden, örselemişliğinizden geldi. Fark edemediniz.

Yıllarca dimdik ayakta durmuştum oysa ki. Yaşamınıza girmeme sebep olan devrim gibi. Ta ki ilk hedefi beni yok etmek olan o iktidar gelene kadar.
2002'de iktidara geldiklerinde beni en çok şaşırtan kendine liberal ve solcu diyenlerin beni, "Yeni Türkiye" hayalleri üzerinden tartışmaya açmalarıydı. Dönemin başbakanı; "Müslümanım, laik değilim. Hem Müslüman hem laik olunmaz" diyordu. O güne kadar beni baş tacı edenler birden bu yeni rüzgara kapılıp varlığımı sorgulamaya başladılar. Bu sorgulamadan en çok zararı halkımız görecekti. Umursamadılar.

Beni dinin ikamesi olarak gördüler. Düşman bellediler. Halbuki ben her türlü kimliğin, aidiyetin tek güvencesiydim. Bilemediler.

Yıllar içerisinde kadınların giyimine, konuşmasına ve hatta gülüşüne müdahale edilirken sizi izliyordum. Kadınların erkeklerle eşit bir birey olarak yaşamalarının teminatı da bendim. Anlamadılar.

Yeni Türkiye yolunda devrimin tüm kazanımları yara alıyordu. Üstelik devrimin sürekli gelişim isteyen bir eylem olduğunu unutarak. Ben ise en büyük darbeyi 8 yıllık kesintisiz eğitimin kaldırılmasıyla aldım. Benim için mücadele edenler Gazi Meclisi'nin koridorlarına itildi, darp edildi. Ağır yaralandım.

Bu "Yeni Türkiye" modelinde insanları kimliklerine göre sınıflandırdılar. Çünkü bu ayrım gaddar iktidarın işine geliyordu. Siyaseti kimliklere göre kanalize etmenin tehlikesi, zamanla halkın da kimliklerine göre ayrışacak olmasıydı. Bu da peşinden toplumsal duyarlılığın katlini getirecekti. Artık insanlar ölümleri bile sizin acınız, bizim acımız diye ayırmaya başlamıştı. Sonunda vicdanımız öldü. Öldürenler utanmadılar.

Benim doğduğum Türkiye, hiç tanıyamadığım başka bir hale evriliyordu. Halbuki Mustafa Kemal'in hayali başkaydı. O muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedefliyordu ve sıklıkla "Batılılaşmaktan" bahsediyordu. Bunu gereksiz bir özenti olarak gören bu gaddar iktidar, çağdaşlaşmayı elinin tersiyle itip Türkiye Cumhuriyeti'ni Ortadoğulu bir ülke olarak ilan etti. Hatta onun lideri olarak. Ortadoğu'nun iltihaplı, kanayan tüm yaralarının ülkenin bedenine musallat olmasına izin vererek. Çürüyorduk, batıyorduk, kanıyorduk. Anlatamadık.

Tüm bunlar gerçekleşirken beni unutanlar, bir Milli maçta tekbir getiren seyircileri görünce isyan ettiler. Acıya nasıl saygı duyulmazdı? Bu insanlar terör örgütü IŞİD'in yaptığı şüpheli bir terör saldırısını nasıl desteklerlerdi? Şaşırdılar, inanamadılar. Bu nasıl zihniyetti? Aslında her ne olduysa yokluğumdan olmuştu. Yokluğumdan.

Şimdi vicdan sahibi herkes yana yakıla beni çağırıyordu; Adımı bilmeden, kimi çağırdığını fark etmeden.

Kendi kendinize mırıldandığınızı duyuyorum; Sen kimsin diye?

Ben kim miyim?

Ben LAİKLİK'im.
Ben kimliği, dini, mezhebi her ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit haklarla yaşaması ülküsüyle vücud bulmuş laik, demokratik CUMHURİYET'im.

Beni çok örselediniz, elbirliğiyle yıprattınız, tartıştınız, küçümsediniz.

Şairin de dediği gibi; Bir gün benden şikayet ettiğiniz her ne varsa, özleyeceksiniz. Biliyorum.

Umarım çok geç kalmazsınız.

Umarım bu kadar ayrışmayla Ortadoğu'nun karanlık bataklığında boğulmazsınız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder