Aslında bu topraklarda doğmam kolay
olmadı.
Ama doğumumdan ziyade yaşamakta çok
güçlük çektim.
Varlığımın gerekliliğini
tartışanlara, olmasa da olurdu, hatta daha iyi olurdu diyenlere karşı mücadelem
hiç bitmedi. Yoruldum.
Değerimi ne kadar bildiniz
bilemiyorum. Ama bu ülkede yaşarken başınıza gelen, şikayet ettiğiniz ve anlam
veremediğiniz her ne varsa beni tüketmişliğinizden, örselemişliğinizden geldi.
Fark edemediniz.
Yıllarca dimdik ayakta durmuştum oysa
ki. Yaşamınıza girmeme sebep olan devrim gibi. Ta ki ilk hedefi beni yok etmek
olan o iktidar gelene kadar.
2002'de iktidara geldiklerinde beni
en çok şaşırtan kendine liberal ve solcu diyenlerin beni, "Yeni Türkiye"
hayalleri üzerinden tartışmaya açmalarıydı. Dönemin başbakanı;
"Müslümanım, laik değilim. Hem Müslüman hem laik olunmaz" diyordu. O
güne kadar beni baş tacı edenler birden bu yeni rüzgara kapılıp varlığımı
sorgulamaya başladılar. Bu sorgulamadan en çok zararı halkımız görecekti.
Umursamadılar.
Beni dinin ikamesi olarak gördüler.
Düşman bellediler. Halbuki ben her türlü kimliğin, aidiyetin tek güvencesiydim.
Bilemediler.
Yıllar içerisinde kadınların
giyimine, konuşmasına ve hatta gülüşüne müdahale edilirken sizi izliyordum.
Kadınların erkeklerle eşit bir birey olarak yaşamalarının teminatı da bendim.
Anlamadılar.
Yeni Türkiye yolunda devrimin tüm
kazanımları yara alıyordu. Üstelik devrimin sürekli gelişim isteyen bir eylem
olduğunu unutarak. Ben ise en büyük darbeyi 8 yıllık kesintisiz eğitimin
kaldırılmasıyla aldım. Benim için mücadele edenler Gazi Meclisi'nin
koridorlarına itildi, darp edildi. Ağır yaralandım.
Bu "Yeni Türkiye" modelinde
insanları kimliklerine göre sınıflandırdılar. Çünkü bu ayrım gaddar iktidarın
işine geliyordu. Siyaseti kimliklere göre kanalize etmenin tehlikesi, zamanla
halkın da kimliklerine göre ayrışacak olmasıydı. Bu da peşinden toplumsal
duyarlılığın katlini getirecekti. Artık insanlar ölümleri bile sizin acınız,
bizim acımız diye ayırmaya başlamıştı. Sonunda vicdanımız öldü. Öldürenler
utanmadılar.
Benim doğduğum Türkiye, hiç tanıyamadığım
başka bir hale evriliyordu. Halbuki Mustafa Kemal'in hayali başkaydı. O muasır
medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedefliyordu ve sıklıkla
"Batılılaşmaktan" bahsediyordu. Bunu gereksiz bir özenti olarak gören
bu gaddar iktidar, çağdaşlaşmayı elinin tersiyle itip Türkiye
Cumhuriyeti'ni Ortadoğulu bir ülke olarak ilan etti. Hatta
onun lideri olarak. Ortadoğu'nun iltihaplı, kanayan tüm yaralarının ülkenin
bedenine musallat olmasına izin vererek. Çürüyorduk, batıyorduk, kanıyorduk.
Anlatamadık.
Tüm bunlar gerçekleşirken beni
unutanlar, bir Milli maçta tekbir getiren seyircileri görünce isyan ettiler.
Acıya nasıl saygı duyulmazdı? Bu insanlar terör örgütü IŞİD'in
yaptığı şüpheli bir terör saldırısını nasıl desteklerlerdi? Şaşırdılar,
inanamadılar. Bu nasıl zihniyetti? Aslında her ne olduysa yokluğumdan olmuştu.
Yokluğumdan.
Şimdi vicdan sahibi herkes yana
yakıla beni çağırıyordu; Adımı bilmeden, kimi çağırdığını fark etmeden.
Kendi kendinize mırıldandığınızı
duyuyorum; Sen kimsin diye?
Ben kim miyim?
Ben LAİKLİK'im.
Ben kimliği, dini, mezhebi her ne
olursa olsun tüm yurttaşların eşit haklarla yaşaması ülküsüyle vücud bulmuş
laik, demokratik CUMHURİYET'im.
Beni çok örselediniz, elbirliğiyle
yıprattınız, tartıştınız, küçümsediniz.
Şairin de dediği gibi; Bir gün benden
şikayet ettiğiniz her ne varsa, özleyeceksiniz. Biliyorum.
Umarım çok geç kalmazsınız.
Umarım bu kadar ayrışmayla
Ortadoğu'nun karanlık bataklığında boğulmazsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder