Sol yanım...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

HAYATIN BEKLEME ODASI...


Çocuklara hayatın evrelerini resimlerle anlatan bir kitapta okumuştum “Hayatın Bekleme Odası”nı… Kitap psikolojik ve sosyolojik gerçekleri çok tatlı bir dille anlatıyordu. Hayatta karşı karşıya kaldığınız yol ayrımlarında nasıl karar verebileceğinize dair ipuçları da vardı kitapta… Ama benim en çok ilgimi “hayatın bekleme odası” çekmişti.

Hepimizin dönem dönem içine girdiği bir odadır o… Belki çok zorlu bir mücadeleden sonra kendinizi durağan bir süreçte bulursunuz. Bir şeyler yapmak istersiniz yapamazsınız, içinizde kıyametler kopsa da sadece durursunuz, izlersiniz… Adeta bir sabır sınavına girmişsinizdir. Neyi, ne kadar bekleyeceğinizi bilmeden beklersiniz… Bu bekleme bazen bir sütün kaynama süresincedir, bazen ise bir kavak ağacının büyümesi kadar uzun sürer… Bir kavak ağacı dile kolay… Anadolu’da bazı bölgelerde bir çocuk doğduğunda bir kavak ağacı dikilir, o ağaç o çocukla eş zamanlı büyür… Bir ömür yani… Beklenir mi? Beklenene değecekse beklenir elbet… Peki ya neyi beklediğinizi bilmiyorsanız, ya da ne kadar bekleyeceğinizi? Ki genelde bu durumda derin bir belirsizlik mevzu bahistir. Bu odadan kaçış yoktur. Siz o süreyi geleceğe yönelik planlarınızı düşünerek geçirirsiniz. Hayat sizi oraya yönlendirdiğinde, vadesi dolana kadar beklersiniz… Beklersiniz… Beklersiniz…
Hayatta bazen siz beklerken bazıları dağa tırmanmaya başlamıştır, zirveye ulaşıp ulaşamayacağı, zirvede ne kadar kalabileceği, ya da düşüp düşmeyeceği belirsizdir. Ama tırmanır… Ulaşmak istediği hedef nettir, belirgindir. İçinde hedefine ulaşmak için sonsuz bir hırs ve ihtiras vardır. Bu uğurda tırnaklarını kanata kanata tırmanır. Zirvenin ne kadar soğuk olduğundan, orada sadece birkaç kişiye yer olduğundan, orada ne kadar yalnız kalacağından da habersizdir… Ya da her şeye rağmen tercihi bu yöndedir. Bu tür insanlar genelde tek hareket ederler. Kendilerine ümit bağlayan yakın çevreleri, eş dostları bir yere kadar önemlidir. Kendi idealleri için vazgeçebilirler herkesten ve her şeyden… Sonucu her ne olursa olsun o, o yolculuğa çıkmıştır bir kere… Zirveye ulaşacak becerisi, yeteneği, yetkinliği var mıdır diye sorgulamaz… Yıkıcı bir cesaretle tırmanır… Tırmanır… Tırmanır…
Bazısı ise hayat yolculuğunda çatallaşmış bir yol ağzında bulur kendini, bir karar vermek zorundadır. Bu yollardan birinin ucu kapalıdır. Bunu bilir aslında… Ama hangisinin kendisi için en iyisi olacağına karar vermek durumundadır. Yol akıyordur çünkü, arkasından gelenler vardır. Zamanı dar ve kıymetlidir. Bir de önemsediği dostları, yol arkadaşları vardır. Onunla birlikte yol yürümüş, ona inanan güvenen… Onları vereceği kararla üzmek istemez. Hayatın en zor aşamalarından biridir. Biraz duygularıyla, biraz mantığıyla, çokca da sezgileriyle karar verir. İşte tam bu noktada "kalbinin götürdüğü yere git" de denilebilir, "aklının götürdüğü yere git" de… Dar zamanda yolunu seçmiştir artık… Sadece o yolda kararlılıkla yürür… Yürür… Yürür…
Hayatın -sonuçları ne olursa olsun- her evresinden belirli dönemlerde geçmemiz gerekir. Her geçiş bir sonra ki için tecrübe olur. Bazen büyük yanılgılar sonucunda büyük kazanımlar elde edebiliriz. Nasıl ki tabiatın döngüsü insan hayatı içinde önemli bir ipucuysa, insanın yaşam döngüsü de devletler için bir ipucudur. Her devlet kendi yaşam döngüsünden geçer, tıpkı insan gibi... Tırmandığı zamanlar olur, sessizce beklediği anlar olur, karar vermek zorunda kaldığı yol ayrımları olur ya da atağa geçmek durumunda kaldığı anlar olur… Devlet bu kararları verirken tıpkı “insan” gibi sorumlu olduğu yakınlarını düşünmek zorundadır. Yani “millet”ini.. Her kararında faydayı ya da zararı kendi göreceği gibi, milleti de görecektir. Devlet biraz da duygusal olmalıdır bu açıdan… İç sesini dinlemeli, vicdanına kulak vermelidir. Yani aslında yaşayan, canlı bir varlık olmalıdır “devlet”… Sağlam, merhametli, kalbi olan bir canlı…
Yani sözün özü “devlet” kimi insanlar gibi “yalnız” kalma pahasına zirveye tırmanmamalıdır. Eğer ki aşağıda ondan ümitle bekleyen insanlar var ise atacağı her adımı dikkatli düşünmelidir.
Belki de öncelikle “bekleme odasında” bekleyen binleri özgür bırakmalıdır… Neyi, ne kadar beklediklerini bilemeyen binler özgür kalmalıdır ki birlik, bütünlük sağlansın… Zirve her zaman en yüksekte değildir, bazen avcumuzun içindedir. Kalbimizin sesini dinleyip ona ulaşacak en “doğru” yolu bulduğumuzda başarı da kaçınılmaz olacaktır.
Hem de yalnız kalmadan, kanatmadan, kırmadan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder