Kadın olmak zor... Hele ki bizim güzel
memleketimizde daha da zor... Kadınların, toplumun en büyük ve en etkileyici dinamiği
olduğunu farkına varan hükümetin son 10 yıldır uyguladığı “kadını
şekillendirme” politikaları altında daha da zor...
Düşünsenize neredeyse her sabaha kadınlara
yönelik bir telkin, uyarı vaya yönlendirmeyle uyanıyorsunuz. Efendim; evlenin,
üç çocuk doğurun, mini etek giymeyin, dini bütün olun, şöyle oturun böyle
kalkın gibi bir sürü tavsiye niteliğinde telkin hatta örtülü yaptırım...
Devlet ve diyanet kolkola kadınları bir
hamuru şekillendirir gibi yoğuruyorlar... Mayanın tutacağı vakit gelecektir
sabrıyla, ipek böceğinin kozasını örmesi gibi ince ince nakşediyorlar.
Bu nakışın son dönemdeki en önemli ilmeği, ilgili bakanlıktan “kadın” adının çıkarılmasıyla atılmıştır. Bakanlığın adı “Aile
ve Sosyal Politikalar” olarak değiştirilmesi tesadüfi bir durum değildir... Burada
kadının varlığı ancak aile içerisinde konumlandırılmış, aile olduğu müddetçe
kadınlık misyonunun layıkıyla yerine getirileceği öngörülmüştür.
Bu öngörünün ilk somut göstergesi bugün
basına düşen bir haberde gizli... Aslında gizli de değil açık saçık ortada...
Bakan Fatma Şahin’in “hükümet politikası haline
getireceğiz” dediği Evlilik Okulları projesi kapsamında verilen eğitimlerde ki
satırbaşları ideallerindeki “kadın” figürüne dair birçok ipucu veriyor;
“Nikahsız yaşamak kadını soysuzlaştırır ve
ahlaksızlaştırır…”
“Kadının çalışması aile bütçesine zarar verir…”
“Erkekler kızlık zarına önem verir, buna dikkat
edin…”
“Evlilik öncesi birliktelik kınanmalı…”
“Otorite kaynağı babadır…”
“Feministler kadınlara zulüm yapmaktadır…”

Bireyler kadın olsun, erkek olsun muhafazakar
olabilirler. İnsanların ne şekilde ve nasıl yaşayacağına biz karışamaz, karar veremeyiz.
Lakin “kişiler” muhafazakar olabilir, “devlet” değil… Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması da bunun için zaruridir. Devlet bir kimlik olarak "muhafazakarlığı" giyinirse, toplumun bireyleri de istesin ya da istemesin buna ayak uydurmak zorunda kalacaktır. Bu durum da bireysel özgürlüklerin önünde ki en büyük engeldir.
Malum hepimizin bildiği
bir söz vardır: “Bir bireyin özgürlüğü bir diğerinin başladığı yerde biter…”
Ama bitmiyor işte… Devlet karışıyor, müftü karışıyor, kanaat önderleri(!)
karışıyor… Karışıyor babam karışıyor… Kadının yaşamı adeta arap saçına dönüyor…
Elleri, kolları, bedeni, zihni başkalarının sürekli baskısı altında…
Kadına dair onlarca sorun varken, kadının sadece
bedenine ve medeni haline yönelik politikalar üretmek kısır ve hastalıklı bir
tutumdur. Çok değil bundan 15 sene evvel Duygu Asena’nın yazdıklarını bugün
yazabilecek feminist sayısı bir elin parmaklarını geçemezken, terazinin öbür
yanında yüzlerce kadın yazar bu gidişatı görmezden gelmektedir. Hükümete yakın
olmak kaygısıyla kadına dair her politikasını ayakta alkışlayan sivil toplum
kuruluşları da cabası…
Sadece fikri ve vicdanı değil, bedeni ve iradesi de hür
kadınlar hatta bireyler sosyal devletin ortak özlemidir.
Sizin namınıza başkalarının karar vermesine izin vermeyin...Kendinizi tutsak etmeniz dahi ancak kendi iradenizle mümkün olmalıdır… Kadın; kendine, bedenine, sosyal yaşantısına,
giyim kuşamına, medeni haline ancak ve ancak kendi iradesiyle karar verebildiği
zaman gerçekten özgür olacaktır…
Kadınların özgürce siyaset yapabildiği, yazabildiği,
düşünebildiği, sevebildiği ve en önemlisi “yaşayabildiği” yarınlar umuduyla…
Kalın sağlıcakla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder