15
Yaşıma geri dönüyorum. Düşünüyorum o yılları… Okul yolu geliyor gözümün önüne.
Her sabah Sevinç Pastanesi’nin önünde arkadaşlarımla buluşur, birlikte yürürdük
okul yolunu. Alsancak ekibi: Sabrina, Süleyman ve ben. Arada Özgür’le Serdar’da
katılırdı aramıza. Sabahın köründe hoş sohbetlerle, gülerekten yürürdük Saint
Joseph yolunda. Kız, erkek farkı yoktu dostluklarımızda. Arkadaştık işte. Arkadaşlığın cinsiyeti mi olurdu?
Biz başka bakardık dünyaya. İzmir’de doğup büyümenin farkıydı belki de. Kordon’da,
Kıbrıs Şehitleri’nde, Fuar’da, Karşıyaka Çarşı’da ışıl ışıl gençleri
görebilirdiniz günün herhangi bir vakti yan yana, dostça. Kimse karışmadan yaşarlar
gençliklerini. Aydınlık, çağdaş.
Nereden
mi aklıma geldi lise yıllarım? 2012’nin son günlerinde bir haber düştü medyaya.
Beni o yıllarıma götüren bir haber. 15 Yaşındaki Hatice’nin cansız bedeni
bulunmuştu Batman Çayı’nda. Hatice 13 yaşında evlendirilmişti. Evliliği
yürümeyince baba ocağına dönmüş. Orada kuzenlerinin tecavüzüne uğramış ve
hamile kalmıştı. Dedesi katli vaciptir demiş ve iki amcası tarafından
katledilmişti. Katliamı “töre” diye açıkladı caniler. Kendi ayıplarını örtmek
için her seferinde başvurdukları “töre” örtüsüne sardılar Hatice’nin cansız ve
çocuk bedenini. Hatice 4 aylık hamileydi öldürüldüğünde. Hamile kalmasaydı muhtemelen
tecavüz işkencesi devam edecekti. Bu işkence ne kadar sürer ve kimlerin
tecavüzüne uğrardı allah bilir. Ama hamile kaldı ya artık başa belaydı ve yok
edilmeliydi Hatice.
Yok
edilmek mi? Hayır aslında Hatice yaşarken de yoktu! Hiç var olmadı hatta. Bir
eşya gibiydi baba evinde. Cansız ve değersiz bir eşya. Satıldı, mutlu olamadı
geri döndü, tecavüze uğradı, öldürüldü. Yaşam hikayesi hep başkalarının
kurguladığı şekilde gelişti. Hiç sevmedi, sevilmedi belki de. Mutluluğu
bulamadan aramızdan ayrıldı Hatice. Gençliği, özlemleri, hayalleri ve
umutlarıyla ayrıldı aramızdan.
Hatice’yle
akranları arasındaki fark neydi? İzmir’de 15 yaşındaki bir genç kız
arkadaşlarıyla rahatlıkla gezebilirken, Doğu’da Güneydoğu’da bazı genç
kızlarımızın yaşadıklarının adı kader mi yoksa töre miydi? Henüz daha gençliğinin
ilk demlerinde yaşamaya mahkum oldukları zulüm nasıl açıklanabilirdi?
Hatice
olmak zordu. Hatice’nin yaşadığı her yıl batıdaki bir kadının 3 yılına bedeldi
sanki. Hatice 15’inde öldürüldüğünde ruhu 45’inde gibiydi. Hatta belki daha
yaşlı. Yorgun. Yaşadığı bölgedeki erkek egemen, feodal sistem kız çocuğuna
doğar doğmaz bir rol biçiyordu. Senaryosu eline zorla tutuşturulmuş bir rol. Ve
o orada 13 yaşında babası yaşında bir adamla zorla evlendirilirken, İzmir’de yaşayan bir akranı henüz
yeni genç kız oluyordu. Hatice’ye çocukluktan genç kızlığa geçiş hakkı
tanınmamıştı. O kadın olmak zorunda kalmıştı henüz 13’ünde…
Bu
devranın böyle sürüp gitmemesi, Hatice’lerin çocuk gelin olmaması ve töre
kılıfına kurban gitmemesi hepimizin elinde aslında. Öncelikle ilgili bakanlığın
doğu ve güneydoğu’ya özel çalışmalar yapması lazım. Sonra mecliste töre
cinayetleri için ağırlaştırılmış hapis cezalarının çıkarılması gerekli. Ama en
önemlisi devletin başının kadın söylemini, dilini acilen değiştirmesi lazım. Bu kadını itibarsızlaştırma politikası
bulaşıcı hastalık gibidir. Devletin başında başlayan bu hastalık zamanla tüm
vücuda yayılır. Hastalık yayılmaya başladı bile. Korkarım ki hızla ilerliyor.
Bu
satırları yazarken yine kendi gençliğime dönüyorum. Ve Hatice için kendimi
suçlu hissediyorum. Hepimizin biraz suçu var Hatice’nin ölümünde. Ve tepkisiz
kaldığımız müddetçe can verecek her genç kızın ölümüne ortak olacağız. Her birimiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder