Uçurtmayı vurmasınlar...
Beni çok etkileyen filmlerden biriydi “Uçurtmayı
Vurmasınlar”. Yıllar içerisinde defalarca izledim. Her izleyişimde ayrı
etkilendim, ayrı hüzünlendim.
Feride Çiçekoğlu’nun aynı adlı eserinden, yönetmenliğini
Tunç Başaran’ın yaptığı 1989 yapımı film, 5 yaşındaki Barış’ın annesiyle
birlikte yaşamak zorunda olduğu hapishane hayatını anlatıyor.
Barış’ın mahkum annesiyle yaşamak zorunda olduğu bu
mahpuslukta 2 yoldaşı vardır; İnci ablası ve uçurtmalar... Uçurtmalar onun için
umudun ve özgürlüğün sembolüdür. Barış hep o koca gökyüzüne kavuşacağı günü
bekler. Özgürlüğü bekler.
Bekler... Bekler...
Çiçekoğlu’nun hikayesindeki Barış gibi 479 çocuk özgürlük
bekliyor Türkiye’de. (Adalet Bakanlığı-2010 Kasım) Mahkum anneleriyle 6 yaşına
kadar hapiste büyümek zorunda kalan bu yavruların dünyası çocukluktan uzak, dört duvara hapsolmuş geçiyor. Ve
dışarı çıktıklarında onları bir travma bekliyor. İnsanlardan korkuyorlar, elektrikli
aletlerden korkuyorlar, arabalardan korkuyorlar... Bazı hallerde çocuklar hapse
geri dönmek bile istiyor. Bir insanlık dramı...
Tutsak çocuklar üzerine tartışmalar hala devam
ediyor. Mevzu bahis 6 yaşından küçük bir çocuğun ruh sağlığı olunca meseleye
çok yönlü bakmak gerekiyor.
Bu çocukların yaşamı dışarıda annesiz fakat özgür
mü olmalı? Yoksa anneyle fakat tutsak mı olmalı?
Evet bu yavrular için özgürlük annesizlik, anneyle
olmak ise tutsaklık demek...
Ve aslında mevcut durumda ilk yapılması gereken,
bu çocukların hapishane koşullarını iyileştirmek olmalı. Zaten işlemedikleri
bir suçun vebalini çeken bu yavrular, anlamlandıramadıkları o dünyadan en az
yarayla kurtulmalılar. En azından devlet bunu sağlamalı...
Evet her anneler gününde aklıma yaralı yaşamlar
düşer. Bu sefer Barış’ın hikayesi düştü içime... Bana hep hüzün veren “anneli”
ama “tutsak” çocukların hikayesini sizinle paylaşmak istedim. Barış nezdinde
özgürlüğe hasret tüm çocukların dramını aktarmak istedim.
Ve Uçurtmayı Vurmasınlar filminden bir bölüm.
Minik Barış en yakın arkadaşı İnci
ablasına hapishane dışına çıktığı bir günü anlatıyor:
“Bugün ne oldu biliyor musun?
Annemle birlikte hastaneye gittim. Annem babamın
kucağına vermişti de, babam bana köşeden simit almıştı ya hani. O zamandan beri
ilk çıktım dışarıya.
Dışarısı ne kadar büyükmüş! Dışarısının gökyüzü de
kocaman. Annemi üç tane ağabey götürdü hastaneye. Tüfekleri var hepsinin. Annem
kaçarsa annemi vururlarmış. Ama annem kaçmadı.
Ağabeylerden biri hastanenin bahçesinde dolaştırdı
beni. Sonra ne gördüm bil bakalım! Bir uçurtma!
İlk kez senle birlikte görmüştüm geçen yıl. Ben ne
olduğunu bilememiştim de sen demiştin uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz.
Bizim göğümüzdeydi hem. Bu seferki o kadar da büyük değildi. Ama maviydi onun
gibi. Ağabeye dedim ki:
"Bak uçurtma kaçmış."
"Hani bakayım! Nereden kaçmış?"
"Bizim göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu
vurma."
Ağabeyin gözleri doldu ben böyle deyince. Bana simit
aldı. Babam gibi.
Ağabey uçurtmayı vurmadı. Belki annemi de vurmazdı.
O uçurtma nasıl kaçmış İnci?”
Evet, tutsak edilen
küçücük yaşamlarında mutluluğu bir uçurtmanın mavisinde bulan yavruların,
anneli ama mahpus yaşamlarına özgürlük gelmesi dileğiyle… Umut olan uçurtmayı
vurmayın.
Tüm annelerin anneler
günü kutlu olsun.