MECLİS HAKİKATTİR!
“Bu
çölden hayat çıkarmak, bu inhilalden (dağılıştan) bir kuruluş yaratmak lazım.”
M.Kemal Atatürk-1920
23 Nisan 1920, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
açılışı öncesi Kuva-yı Milliye cephelerindeki savaşlar, ülke genelinde ayyuka
çıkmış isyanlar, savaşmaktan yorgun bir halk ve olanca imkansızlıklar
içerisinde Mustafa Kemal’in tek bir hedefi vardı; “Meşruiyet”. Çevresindeki
herkes ona cepheye gitmelisin derken, o meşru zeminde bir devlet kurmanın
hayalini kuruyordu.
“Bir devre
yetiştik ki onda, her şey meşru olmalıdır” diyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Mücadele sonucu
kurulduğunu göz önünde bulundurursak aslında kurulan yeni devlet “Halk
Hareketinden” doğmuş bir “Halk Devleti” idi. Ve egemenlik kayıtsız şartsız
milletindi. Milletin iradesinin temsil edildiği meşru zemin ise meclisti. İşte
bugün kutladığımız milli bayramımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, o zorlu
günlerin toplumsal hafızamızdan silinmemesi adına sahip olduğumuz en güzel
hatıradır.
1920’de Ankara’da meclisin kurulması, 3 sene
sonra ilan edilecek Cumhuriyet için en önemli adımdı. O yıllarda hemen hemen
tüm Avrupa’da egemen olan bütüncüllük (totaliterlik) rüzgarına kapılmayan
Mustafa Kemal’in gerçekleştirmek istediği tam anlamıyla bir “Aydınlanma
Devrimiydi”.
Batılılaşmayı sözde değil fikren içselleştiren
Mustafa Kemal’in derin düşün dünyası aydınlanma ve çağdaşlaşmayı, Rönesans hatırası
“hümanizmle” içiçe benimsemişti. Suat Sinanoğlu’nun Türk Hümanizmi (1980) adlı
eserinde tanımladığı gibi hümanizm “zihnin sınırsız özgürlüğüydü”. Zihin hiçbir
dogmanın esiri olmamalıydı.
Yani aslında o dönemin yobazlarının ve hala
günümüzdeki uzantılarının iddia ettiği gibi “batılılaşma” bir kimlik yitirme ya
da taklitçilik değildi. Her alanda özgürleşmeydi.
Mustafa Kemal hümanist bir liderdi. Bunun en
güzel örneği, o dönem Alman faşizminin kurbanı olan Yahudi, liberal ve solcu
profesörleri Türkiye’ye çağırmasıydı.
Bugün Atatürk’ü diktatör ya da faşist olmakla
itham edenler o yıllarda ülkemize gelen 142 Alman profesörü nasıl
açıklayabilirler?
Açıklayamazlar.
Bugün Atatürk’ün ilkelerini sağ gözlükle, sığ bir
seviyeden eleştirmeye çalışanlar aslında aydınlanma düşmanlarıdır. Devrimlerin
sürekli gelişim gerektiren bir eylem olduğunu bilen ve bu gelişime sekte vurmak
isteyen karanlık zihinlerdir. İşte
bu karanlık zihinler kendi sanatçısıyla kavgalı, bilime ve gelişime kapalı,
dogmalarla örülü bir siyasi eylem içerisindedirler.
1920 Yılında Mustafa Kemal’in “meşruiyet” arayışı
sonucu kurduğu meclis, bugün iktidarın çoğunlukçu ve hukuksuz siyasetiyle
görevini neredeyse yerine getiremez halde.
Toplumun genelini ve bir devletin geleceğini
etkileyecek “barış” girişimleri bu “meşru” zeminin dışında yürütülmektedir.
Halk adına kararı, halkın iradesinin temsil edildiği meclis üyeleri değil,
terör örgütünün üyeleri vermektedir.
Yani açık ifade etmek gerekirse; şu anda meclis
“teoride” kalmıştır.
Bu noktada Mustafa Kemal’in önemli bir sözünü
hatırlatmak isterim: “Meclis bir nazariye
(teori) değildir. Bir hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür.”
Bu hakikatin bilincine varmamız ve içinden
geçtiğimiz sıkıntılı günlerden bir an evvel kurtulmamız dileğiyle Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder