FEODAL
DEMOKRASİ
Ülkemizde
Gezi Parkı rüzgarları eserken, Mısır’da özgürlük ve demokrasi mücadelesi için
halk sokaklara döküldü. Halkın itirazı uygulanan baskıyaydı ve neticede bu
isyan darbeyle sonuçlandı. Bir haftadır durmaksızın darbe ve diktatörlük tartışmaları
süregidiyor. Aslında bence Mısır’ın ve Türkiye’nin siyasal geçmişleri ve mevcut
halleri açısından kıyaslanacak bir durumları yok. Dolayısıyla Mısır’da olanlar
bizde de olabilir gibi sığ siyasi sonuçlar çıkarmak vakit kaybından öteye
geçemiyor.
Ama
illaki ortak bir nokta bulmak istersek buna kısaca “Feodal Demokrasi” sorunu
diyebiliriz.
İsterseniz
“Feodal Demokrasi” tanımını biraz açalım:
Bildiğiniz
üzere Türkiye’de politika sınırlı bir katılım ve dar bir alanda yürütülmektedir.
Siyasal katılım ise siyasetteki bu dar alandan ötürü sadece oy verme eylemiyle
sınırlandırılmıştır. Aslında siyasal katılımı azaltan ve siyasetin kalitesini
düşüren temel neden demokrasi eksikliğidir. Bu eksiklik “endüstrileşme”
sürecini kaçırmış Osmanlı’nın bugünkü Cumhuriyet’in ayağına taktığı bir pranga
aslında. Mustafa Kemal’in büyük devrimine rağmen Osmanlı’dan miras kalan
“feodal yapı” demokratikleşemeyen siyasetimizin en büyük karın ağrısıdır.
Feodal/vesayetçi
demokrasi (ya da liderler demokrasisi) demokratik kurumları karar merkezleri
olarak değil, danışma merkezleri olarak görür. Bunun en güzel örneği, feodal
demokraside meclisin adeta “danışma meclisi” olarak işlev göstermesidir. (Çok
tanıdık öyle değil mi?)
Devam
edersek feodal demokrasinin temel göstergesi siyasal ve toplumsal
örgütlenmedeki dikey hiyerarşik yapıdır. Bu yapı siyasal katılıma engel olan
unsurlardandır. Feodal demokrasinin bir diğer özelliği ise “parti içi
demokrasi” yoksunluğudur.İşte belki de iktidar partisinde en ağır haliyle
görebileceğimiz bu durumda, siyasal parti adeta bir aşiret/tarikat gibi
örgütlenir. Örgüt lideri de aşiret reisi ya da şeyh gibi davranmaktadır.
İşte
bu hallerde partiler demokratik örgütlenemedikleri için kısa sürede oligarşik
yapılara dönüşmektedirler. Bu noktada bir parantez açıp Oligarşi’nin Tunç
Kanunu adlı bir teoriyi hatırlatmak isterim. Daha evvel Gazete Çeşme Güneşi’nde
bu teoriyi yazmıştım. Fakat AKP’nin son durumu üzerine bu teoriyi tekrar yazmak
zaruri oldu. Bu teori ilk defa 1911’de genç Alman sosyolog
Robert Michels tarafından Siyasi Partiler isimli kitabında yazıya dökülmüştür.
Michels teorisini; “Seçilmişlerin seçmenler, vekillerin vekalet verenler,
delegelerin delege edenler üzerinde egemenlik kurmasına yol açan örgüt modeli”
olarak tanımlar. Oligarşi’nin Tunç Kanunu teorisine dair açtığım parantezi
burada kapatabilirim. Başka bir yazıda tekrar yazmak üzere…
Üzerine daha çok şeyler yazabileceğimiz “feodal
demokrasiden” kısaca bahsettikten sonra tek kurtuluş yolunun “sosyal demokrasi”
olduğunu belirtmek isterim. Tabi ideal olarak tanımladığımız sosyal demokrasiye
ulaşmanın, demokrasiyi tramvay olarak gören bir zihniyetle imkansız olduğunu
belirtmeme bilmem gerek var mı?
Yani öncelikle zihniyet değiştirmeliyiz. Yoksa
isteyen, istediği durakta iner “demokrasi tramvayından”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder