Sol yanım...

12 Temmuz 2013 Cuma

FEODAL DEMOKRASİ


FEODAL DEMOKRASİ

Ülkemizde Gezi Parkı rüzgarları eserken, Mısır’da özgürlük ve demokrasi mücadelesi için halk sokaklara döküldü. Halkın itirazı uygulanan baskıyaydı ve neticede bu isyan darbeyle sonuçlandı. Bir haftadır durmaksızın darbe ve diktatörlük tartışmaları süregidiyor. Aslında bence Mısır’ın ve Türkiye’nin siyasal geçmişleri ve mevcut halleri açısından kıyaslanacak bir durumları yok. Dolayısıyla Mısır’da olanlar bizde de olabilir gibi sığ siyasi sonuçlar çıkarmak vakit kaybından öteye geçemiyor.

Ama illaki ortak bir nokta bulmak istersek buna kısaca “Feodal Demokrasi” sorunu diyebiliriz.

İsterseniz “Feodal Demokrasi” tanımını biraz açalım:

Bildiğiniz üzere Türkiye’de politika sınırlı bir katılım ve dar bir alanda yürütülmektedir. Siyasal katılım ise siyasetteki bu dar alandan ötürü sadece oy verme eylemiyle sınırlandırılmıştır. Aslında siyasal katılımı azaltan ve siyasetin kalitesini düşüren temel neden demokrasi eksikliğidir. Bu eksiklik “endüstrileşme” sürecini kaçırmış Osmanlı’nın bugünkü Cumhuriyet’in ayağına taktığı bir pranga aslında. Mustafa Kemal’in büyük devrimine rağmen Osmanlı’dan miras kalan “feodal yapı” demokratikleşemeyen siyasetimizin en büyük karın ağrısıdır.

Feodal/vesayetçi demokrasi (ya da liderler demokrasisi) demokratik kurumları karar merkezleri olarak değil, danışma merkezleri olarak görür. Bunun en güzel örneği, feodal demokraside meclisin adeta “danışma meclisi” olarak işlev göstermesidir. (Çok tanıdık öyle değil mi?)

Devam edersek feodal demokrasinin temel göstergesi siyasal ve toplumsal örgütlenmedeki dikey hiyerarşik yapıdır. Bu yapı siyasal katılıma engel olan unsurlardandır. Feodal demokrasinin bir diğer özelliği ise “parti içi demokrasi” yoksunluğudur.İşte belki de iktidar partisinde en ağır haliyle görebileceğimiz bu durumda, siyasal parti adeta bir aşiret/tarikat gibi örgütlenir. Örgüt lideri de aşiret reisi ya da şeyh gibi davranmaktadır.

İşte bu hallerde partiler demokratik örgütlenemedikleri için kısa sürede oligarşik yapılara dönüşmektedirler. Bu noktada bir parantez açıp Oligarşi’nin Tunç Kanunu adlı bir teoriyi hatırlatmak isterim. Daha evvel Gazete Çeşme Güneşi’nde bu teoriyi yazmıştım. Fakat AKP’nin son durumu üzerine bu teoriyi tekrar yazmak zaruri oldu. Bu teori ilk defa 1911’de genç Alman sosyolog Robert Michels tarafından Siyasi Partiler isimli kitabında yazıya dökülmüştür. Michels teorisini; “Seçilmişlerin seçmenler, vekillerin vekalet verenler, delegelerin delege edenler üzerinde egemenlik kurmasına yol açan örgüt modeli” olarak tanımlar. Oligarşi’nin Tunç Kanunu teorisine dair açtığım parantezi burada kapatabilirim. Başka bir yazıda tekrar yazmak üzere…

Üzerine daha çok şeyler yazabileceğimiz “feodal demokrasiden” kısaca bahsettikten sonra tek kurtuluş yolunun “sosyal demokrasi” olduğunu belirtmek isterim. Tabi ideal olarak tanımladığımız sosyal demokrasiye ulaşmanın, demokrasiyi tramvay olarak gören bir zihniyetle imkansız olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı?

Yani öncelikle zihniyet değiştirmeliyiz. Yoksa isteyen, istediği durakta iner “demokrasi tramvayından”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder