GEZİ, TBMM VE SEÇİMLER
15 Haziran 2013, Gezi Parkı eylemleri için çok
önemli bir tarih. O güne kadar belli bir mukavemetle devam eden direnişçilere
adeta yok edercesine saldıran güvenlik güçleri, eylemlerin seyrinde bir kırılma
ve farklılaşmayı sağladı. Bu kırılma eylemlerin biçim değiştirmesine neden
oldu. Bildiğiniz üzere ülke genelinde büyük ses getiren “duran adam” eylemleri
başladı. Bu aslında sessiz bir isyandı. Uygulanan orantısız şiddete, yasaklara
ve medyanın suskunluğuna bir baş kaldırıydı.
15 Haziran gecesi yapılan operasyonun sinyalleri
aynı gün içerisinde başbakanın Ankara mitinginde gelmişti. Başbakan Ankara mitinginde:
"Taksim Meydanı'nı boşalttınız
boşalttınız yoksa güvenlik güçlerimiz dağıtmasını bilir" diyerek
aslında operasyonun sinyalini vermişti. Bu açıklamadan saatler sonra Taksim
adeta savaş alanına döndü. Aslında aynı günün sabahı Taksim Dayanışma Platformu
direnişe devam etme ve sembolik olarak tek çadır bırakma kararı almıştı. Fakat
kararın uygulanması dahi beklenmeden Gezi Parkı polis tarafından adeta
kuşatıldı. Tüm çadırlar söküldü. Divan Oteli’ne sığınan eylemcilere nefes
aldırtılmadı.
Bu noktada insanın aklına şu soru geliyor:
“Başbakan bu eylemlere karşı dile getirmek istediği düşüncelerini, düzenlediği
“Milli İrade” mitingleri yerine milli iradenin esas olarak tecelli ettiği yerde,
yani TBMM’de ifade edemez miydi? Yani aslında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
olarak yapması uygun olan birleştirici, bütünleştirici ve kucaklayıcı bir
“MECLİS” konuşması değil miydi?
Aslında öyleydi. Ama maalesef uzun süredir TBMM’nin üzerine ölü toprağı serildi.
İşlevsizleştirildi. Teoride bırakıldı.
Peki o zaman şöyle bir durum tespiti yapabilir
miyiz: “TBMM bu kadar işlevsiz bırakıldıysa, hükümete muhalif olanlar
itirazlarını sokaklarda dile getirirler, iktidar da yanıtını Kazlıçeşme ya da
Dolmabahçe’den verir.” Öyle mi?
Ya da bakanlar kurulunu arkasına alarak bir
otobüsün üzerinden?
Peki o zaman böyle bir zemin kaymasında, hukukun ve
devlet temayüllerinin yok sayıldığı bir ortamda insanlar düşüncelerini
alanlarda ifade ettikleri için suçlu sayılabilirler mi?
Aslında tüm bu sorunların çözüleceği yer sandıktır.
Sandığa yani seçime kadar da süreç TBMM’den yönetilmelidir. Aksi halde
meydanlardan verilecek her demece yanıt yine meydanlardan verilir. Buna
şaşırmamak gerek…
Ve aslında Gezi Eylemleri milli iradenin tam
manasıyla tecelli edememesinden, belli bir kesimin sesini duyuramamasında
ortaya çıkmıştır. İktidar Gezi’nin ardında başka güçleri aramak yerine “Biz
nerede yanlış yaptık?” derse belki çözüm için bir adım atmış olur.
Şimdi artık tüm bu Gezi eylemlerinden ders çıkarma
ve çözüm üretme vakti.
İktidara düşen görev bundan sonraki süreci TBMM’den
sağduyuyla yönetip ülkeyi sağlıklı bir seçime götürmektir.
Ve eylemciler… Gezi Parkı eylemlerinin belli bir
siyasi iradenin çatısı altında gerçekleşmediğini hepimiz biliyoruz. Fakat
siyasal bilince dönüşemeyen bir tepkinin, iktidarda istenilen değişikliği
gerçekleştiremeyeceği ortada. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerde hem muhalefet
partilerine hem eylemcilere önemli görevler düşüyor.
Muhalefet partileri bu isyanı iyi okumalı, bu
doğrultuda politikalar üretmeli ve belki de yol haritalarında yeniden
yapılandırmaya gitmelidir.
Ve iktidarın yönetimine ve yaptırımlarına itirazı
olan her vatandaş, hangi siyasi görüşe inanırsa inansın seçim sandıklarını Gezi
Parkı’ndaki ağacı korur gibi korumalıdır, sahip çıkmalıdır. Oyuna da, sandığına
da sahip çıkmalıdır. Çünkü özgürlük ve kurtuluşun yolu sandıktadır.
Gençler göğüslerini siper ederek, canları pahasına bu
özgürlük ve demokrasi mücadelesini verdiler. Bizler de onlara destek olduk. Ama
bundan sonra sorumluluğumuz daha büyük.
Bu isyan siyasal bilince dönüşmelidir. Ve bu
noktada her vatandaş ve her siyasi parti üzerine düşen sorumluluğu yerine
getirmelidir. Yoksa Nazım Hikmet’in dediği gibi; kabahatin çoğu bizde olur
canım kardeşim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder