İran’dan Türkiye’ye
yolculuk…
2003 Yılında Tahran Belediye Başkanı olan Ahmedinejad’ın ilk
icraatının belediyedeki asansörleri kadın/erkek olarak ayırmak olduğunu biliyor
muydunuz?
8 Yıllık görevinin ardından, ülkedeki tüm sorunları daha da
keskinleştirerek köşesine çekilen Ahmedinejad görevdeyken otobüslerde
kadınların ön kapıdan binip, öne oturmalarını dahi yasaklamıştı.
İran’da 16 Yıldır yayınlanan Zenan adlı kadın dergisi de onun
döneminde kapandı. Aslında İran İslam Devrimini anlatıp “biz de İran olma
yolunda ilerliyoruz” demeye hiç niyetim yok. İran’dan kültürel ve toplumsal
olarak farklı dinamiklere sahip olduğumuzu biliyorum. Ama resmin bütününe
baktığımızda “nereye gidiyoruz?” sorusuna cevaben bazı ipuçları bulmamız
mümkün.
Nasıl mı? Örneğin 1979 yılında İslami Devrimi gerçekleştiren
Humeyni’nin bir mazlum olarak ve özgürlük ve demokrasi vaatleriyle başa geldiğini
vurgulayarak başlayabilirim. Hatta öyle ki devrime önemli bir kısım solcular da
destek verir. (Yetmez ama evet!) Devrimden sonra özellikle kadınlar üzerinde
inanılmaz bir baskı süreci başlamıştır İran’da… Molla rejimi kendine destek
olan solcuları (yetmez ama evet!) kızdırmamak için yaptırımlarını yavaş yavaş
uygulamaya başlamıştır. Ve daha sonra yıllar içinde git gide sertleşen ve dini
referans alan toplumsal yaşam kaidelerinin öncelikli hedefi hep gençler ve
kadınlar olmuştur.
Gençler ve kadınlar… Kulağa hiç yabancı gelmiyor öyle değil mi?
Peki gençler ve kadınlar bu yaptırımlara tepki göstermiyor muydu?
Aslında evet gösteriyordu. Özellikle 90’lı yıllarda doğan kuşak saçını
tam olarak örtmeyi reddediyordu. Önden açık bıraktıkları perçemlerini de
boyatarak tepkilerini açık ediyorlardı. Yeni kuşak erkeklerde de tepki olarak
saçını uzatanlar azımsanmayacak kadar çoktu. Ama gelinen noktada İran’da genç
ve kadın olmak çok zordu. Baskı dayanılmaz bir hal almıştı…
Peki ya Amerika faktörü?
Elbette ki ABD tüm bu devrim sürecinin arka planında var olmuştu.
Hatta öyle ki İngiltere ve ABD’ye mesafeli duruşundan ötürü, CIA
eliyle başbakanlıktan indirilen Musaddık için ABD Dışişleri Bakanı Madelaine
Albright’ın 2000 yılında yaptığı özeleştiri ne kadar müdahil olduklarının
itirafı niteliğindeydi.
Burada İran’a bir nokta koyup, rahmetli Bülent Ecevit’in kurduğu 57.
hükümetin apar topar seçime gidip AKP’nin iktidara geldiği günleri
hatırlamanızı isterim… Bakınız 2 Aralık 2002 yılında dönemin ABD Ankara
Büyükelçisi W. Robert Pearson tarafından yazılan ve Wikileaks’te yayınlanan
kriptoda Pearson başbakan için neler söylüyor:
“Bu aşamada
Türkiye’de dediğini yaptırabilecek tek politikacı
olan Erdoğan’ı Irak, Kıbrıs ve
içerideki siyasi ve iktisadi reform konularında doğru
kararları almaya ikna etmek suretiyle, ABD’nin temel çıkarlarını
ilerletebilmemiz için mükemmel bir fırsattır”
Evet sonuç olarak, 2002 yılında, ABD’nin “mükemmel
bir fırsat” olarak tanımladığı AKP iktidarı tarafından tam 11 yıldır
yönetiliyoruz. Ve elbette ki İran’da gerçekleşen İslami Devrimin farklı bir
türlüsünü yaşıyoruz. En acısı ise Cumhuriyet kazanımlarını birer birer
kaybettiğimiz bu karanlık yolculukta “laikçi ve statükocu” olmakla suçlanmak…
Umarım ki tüm bu yazdığım benzerlikler birer
komplo teorisi olarak kalır. Umarım ki biz “laikçiler” yanılırız ve Türkiye çok
daha çağdaş, aydınlık günlere doğru yürür. Umarım…
Yine de içimi kemiren şu soruyu sormadan
edemiyorum; Peki ya haklıysak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder