Sahte Başarılar
Bu
satırları yağmurlu bir Çeşme sabahından yazıyorum. Dışarıda usul usul yağan
yağmur toprağın ve denizin kokusunu keskinleştiriyor sanki… Bodrum ve
Kuşadası’na inat hala kış aylarındaki sessizliğini ve kimsesizliğini koruyan Çeşme tüm güzelliğini sadece size
sunduğu izlenimini veriyor. Kandıran güzel bir kız gibi yani…
Yer
yer devam eden villa inşaatları ve o inşaatlarda çalışan işçilere denk
geliyorsunuz tenha sokaklarda… Onun dışında bir sessizlik hakim… Sardunyaların
kokusunu daha rahat hissedebiliyorsunuz. Ve elbette o meşhur rüzgarını…
Dışarıda
yağmur yağarken elimdeki dergide bir araştırmaya takılıyor gözüm. “Kendi
reklamını yapmanın riskleri” başlıklı makaleyi Sarah Green yazmış. Aslında bir
hayli keyifli bir konu. Kişisel markalaşmanın detaylarında dolaşmış yazar. Bu
konuyla ilgili yapılmış yeterli araştırma olmadığına değinerek. Enteresan
bilgiler var içinde. Örneğin, “kendini önemli bir insan” olarak atfedenlerin
oranının 1950’lerde %12 iken, 1980’lerde %80’e vardığını biliyor muydunuz? Peki
ya narsisizmin (kendini beğenmişlik) 1982’de %15 oranında görüldüğünü, 2006’da
ise bu rakamın %25’e yükseldiğini biliyor muydunuz?
Şimdi
bu rakamlardan şunu çıkarabilir miyiz; Yıllar içerisinde kabiliyetlerimizde bir
gelişim olmuş ve bizler kendimizi önemli hissetmeye başlamışız. Ya da aslında
çok becerikliydik fakat bunu keşfedemiyorduk? Aslında hiçbiri değil… Gerçek şu
ki kendi reklamımızı yapma meselesini abarttık. Bu benim yorumum değil üstelik,
yine akademik çalışmaların sonucu… Ama çevremizde bunu gözlemlemeniz mümkündür…
Premuzic’in yaptığı bir diğer araştırma ise; kuvvetli egonun değil, kendimize
olan güvenimizin az olmasının başarıyı getirdiğini savunuyor. Yani mesele “ben
en iyisini yapıyorum” demek değil. “Daha iyisini nasıl yaparım” diye sürekli bir
arayış içerisinde olmak. Yani kendinize güveniniz değil beceriniz ve çalışma
azminiz fazla olsun. Onlar zaten sizi başarıya götürecektir.
Mütevazilik
çok önemli. Çünkü insanlar sizin yeteneklerinizle bağdaştıramadıkları
güveninizi her daim sorguluyorlar. Siyasette de sıklıkla rastladığımız bir
durum… Hani dolu başak başını eğer, boş başak salınır derler ya tam da o hesap.
Son zamanlarda o kadar sıklıkla denk geliyorum ki; Örneğin 6 aylık bir
üniversite kursuna gitmiş yüksek lisans mezunu gibi yazıyor, yurt dışındaki
toplantılara ücret karşılığı katılmış sanki önemli bir kişi gibi davet edilmiş
gösteriyor… Yani hep o %80’lik “kendini çok önemli gösterenler” sınıfıyla karşı
karşıyayız. Kişisel reklamın böylesi mi diyelim, yalan beyanın böylesi mi
bilemedim… Ama neresinden bakarsanız bakın gün sonunda şişirilen bu balonlar
patlıyor. Arzu ettikleri başarıya “en kısa ve en kestirme” yoldan ulaşma
istekleri de böylece suya düşüyor. “Ulaşanlar yok mu?” dediğinizi duyar
gibiyim. Nadir de olsa böyleleri denk geliyor. Ama dikkat ederseniz geldikleri
mevkide her daim emanet duruyorlar. Hakkını veremiyorlar…
Sözün
özü; çalışmak çok çalışmak, becerilerimizi geliştirmek ve hangi işi yapıyorsak
yapalım o alanda uzmanlaşmak ve gerçekten başarana kadar başarmış gibi davranmamak
anahtar kelimeler… Kestirme yollar hep kocaman renkli bir şekerleme paketi gibi
cazip görülür. Ama siz yine de Hansel ve Gretel’in hikayesini unutmayın…
Sevgiyle kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder