Balyoz davasından çıkan karar en basit tabiriyle vicdanları yaraladı. Mahkeme, 323 kişi için ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası verdi. Bu cezaları 3 kişi için 20 yıla, 77 kişi için 18 yıla, 214
kişi için 16 yıla, 1 kişi için 15 yıla, 28 kişi için 13.3 yıla “indirdi”. Ceza
alanların üçü emekli orgeneral.
Aslında bilindiği üzere ortada gerçekleşmiş bir darbe yok. Tüm bu
cezalar darbeye “teşebbüsten”. Peki gerçekleşmiş bir darbenin yani 12 Eylül’ün
sanıkları? İktidar belli ki varoluş sebebi olan 12 Eylül’e çok dokunmak
istemiyor. Balyoz davasından çıkan karar toplumda huzursuzluğa, ızdıraba yol
açtı. Gerek sosyal medyada, gerek yazılı medyada, iş dünyasında tepkiler dinmek
bilmiyor. Terör örgütü PKK ile çetin ve kanlı bir mücadele verdiğimiz bu
günlerde, askeriyenin üst düzey erkanının ağır cezalara çarptırılmasını
vicdanlar kabul etmiyor.
Bu davanın siyasi bir kararla sonuçlandığı kesin. Aslında davanın
bundan sonraki seyri çok daha önemli. Bundan sonra gözler
temyiz için Yargıtay’a çevrilecek. Verilen bu siyasi kararın yargıtayda
tarafsızca gözden geçirilmesi bir çoğumuzun tek temennisi. Birçok AKP’li
siyasetçi, Balyoz davasının sonuçlarına itiraz eden ana muhalefet mensubu
vekilleri, darbeyi ve darbeciliği savunmakla suçladı. AKP’liler çok iyi bilir
ki geçmiş dönemlerdeki darbelerin esas mağdurları “solcular”dır. Cezaevlerinde
işkence görenler, gözaltına alınanlar ve hatta faili meçhullerin çoğu
solcu-devrimci gençlerdir. Ve diğer taraftan ülkücüler. Ama asla muhafazakarlar
değil. Dolayısıyla aslında 12 Eylül darbesinin kıydığı devrimciler ve ülkücüler sayesinde (!) muhafazakarlar
meydanı boş bulmuştur. Bundan ötürüdür ki bir solcu asla darbeyi savunmaz. Ama
haksızlığa da boyun eğmez.
Ortada gerçekleşmiş bir darbe yokken verilen
cezalar hayli ağır. Ama benim en çok ruhuma dokunan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
açıkladığı karardaki “babalık ve kocalık haklarından men” maddesi oldu.
Hukukçu değilim. Ama yinede kulağımızın
aşina olmadığı bu kararın ne kadar yaralayıcı olduğunu kalben hissedebiliyorum.
İçinde 3 kadınında olduğu 323 sanığın verilen kararla hapis halleri sona erene
kadar babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaktan mahrum
edilmeleri manasındaymış bu karar. Bu kararın açıkca yazılmayabileceğini beyan
ediyor hukukçular… Yani burada sanıkları yaralayacak, itibarsızlaştıracak şekilde
ilan edilmesi belkide davanın ne kadar siyasi olduğunun başka bir kanıtı.
2010 Temmuz ayında iddianame açıklandığı
günden bu yana eşlerini duruşma salonlarında gören hanımlar, babalarıyla
cezaevlerinde buluşabilen evlatlar tüm bu acıları yetmezmiş gibi birde mahkeme
eliyle ötekileştirildiler. Asker eşi, evladı olması nedeniyle her türlü
sıkıntılarına rağmen tek damla gözyaşı dökmeden, süreci sükunetle atlatmaya
çalışan bu insanlara reva mıydı bu karar? O artık senin eşin değil, o artık
senin baban değil, orduyu bırakın o artık resmen ailenin reisi dahi değil
diyerek ne elde edilecekti yürekleri dağlamaktan başka?
Adalet bu karardan sonra artık ağlıyor…
Gözyaşları içimizdeki son insanlık kırıntılarını da silip süpürerek gidiyor. Aslında
adalet eliyle insanlık, hoşgörü ve sevgi katlediliyor. Farkında mıyız?