“Açlık”; yokluk, yoksulluk, imkansızlıkla eşdeğer gibi görünüyor
insana... Öyle de aslında. Bu açlığın çeşidine göre değişiyor. Kaç çeşit açlık
var demeyin. Meşhur türkü gibi “türlü türlü” var. Aklımıza ilk gelen fiziksel açlık.
Fiziksel açlığın insanlıkla imtihanı yıllardır süregeliyor. Ortaçağ’dan beri
bilinmeyenleri hızla artan, zengin-fakir, varlık-yokluk denklemi; şiirlere,
sanata, resimlere hatta mimariye yansımış, yıllar sonrada siyasetin en
bereketli malzemesi haline gelmiştir. Hala da öyle. Menderesler, Demireller, Özallar
döneminde az ekmeği yenmedi açlığın, yokluğun, garibanlığın. Siyasi söylemlerde
hep aynı türkü vardı dilde... Bu türkü hoş da geldi halkın kulağına. Fakirlik
bitti mi peki? Hayır. Aksine dahada derinleşti yıllar içerisinde... Gelir dağılımının
adaletsizliği, kapitalizmin pençeleri arasındaki dünyamızda hükmünü sürmeye
devam edecek gibi görünüyor. Fiziksel açlığı global ölçekte çözmek zor. Çözmeye
niyeti olan devlet var mı o da belirsiz. Afrika’daki insanlık dışı açlığın
bitmesi hangi dünya devinin işine yarar? Eh durum böyle olunca fiziksel açlık,
yeryüzündeki azgın doygunlukla kolkola yürümeye devam edecek gibi...
Bir de duygusal açlık vardır. Elbet hayatınızda
bir kere duymuşsunuzdur. Özellikle kadınlar bu tamlamayı kullanmayı çok sever: “Duygusal
açlık içerisindeyim”. Ne menem bir şeyse evliliklere son verdirir, yaş kaç
olursa olsun yeni başlangıçlara yelken açtırır, bitirir-başlatır, getirir- götürür.
Duygusal açlık en zorlarındandır. Doyurması zordur. Keşke bu açlık sadece
sevdaya dair olsa. Ama öyle değil. Çok farklı duygusal ihtirasları, açlıkları
olan insanlar var. Kanımca bu açlığa sahip olan insanlar bu hallerini çalıştıkları
kurumlara da yansıtıyorlar. Devlet mercilerinde üst düzey temsilcilerin aldığı
bir çok kararın altında, kararı verenin kuruma ya da ülkesine karşı duyduğu
duygusal açlığa rastlayabilirsiniz. Çok derinlere inersek, belki başka
sebeplere de denk gelebiliriz. Nasıl mı? Örneğin bu duruma en taze örnek AKP Muğla
milletvekili Ali Boğa’dan geldi. Mevzu bahis vekilin 4+4+4 eğitim sistemiyle
ilgili açıklamasındaki açlığa bakın: “4+4+4 düzenlemesinden
sonra bütün okulları imam hatip yapma şansını yakaladık”. Şans olarak tanımlanan
niyete bakınız. Böyle bir ihtimal her ne kadar ütopik görünsede, bunu aklından
geçirip kelimelere döken karakter o kadar gerçektir. Bu nasıl doymak bilmez bir
açlıksa, İmam Hatip yaşını ilkokul 4’e çekmek yetmemiş, tüm okulları bu ayara
getirmek arzusunda… El insaf, bu nasıl bir taleptir? Herkes tek renk, tek tip
olsun. Çoğulculuğa yer yok. Farklı düşünenlere nefes alma şansı yok. Pes doğrusu!
Allah doyursun.
Yazıma başlık olan “Siyasi Açlık” kavramı ise
devletlerin sonuna sebebiyet verecek, haritaları yeniden çizdirecek, ülkelerin
kaderleriyle oynayacak kadar tehlikelidir. Kesinlikle bir hastalık olarak tanımlıyorum
siyasi açlığı… Sadece ben değil, tecrübeli politikacı, yıllar geçtikçe değeri
daha iyi anlaşılan rahmetli Bülent Ecevit: “Siyaset bir hastalıktır. Ama yaşamda
keyif aldığı bir işi ya da meşgalesi olmayanlar için ölümcül bir hastalıktır” demiş
yıllar evvel…Bu sözü bana CHP 34. Kurultay divanında beraber görev aldığım
Divan Başkanımız Altan Öymen aktardı. Sayın Öymen’in bu sözü bana aktarmasının
altındaki tembihi çok açıktı: “Sakın bu hastalığa yakalanma, farklı uğraşların
muhakkak olsun”. Ben kişisel olarak gerekli mesajı aldım. İşte bakınız en keyif
aldığım şeylerden birini yapıp, yazı yazıyorum. Ama çevremizde bu mesajı
postayla göndermemiz gereken çok siyasetçi var. Elindeki görevlerle yetinmeyen,
her yerde ben olayım ihtirasıyla saldırgan siyaset yapanlara her partide
rastlayabilirsiniz. Her dönemin adamı olanlar. Hep güçlünün yanında yer
alanlar. Hele ki bunların içinde “kifayetsiz muhterisler” vardır ki en
tehlikelisi onlardır. Hem her görevi isteyen, hemde o görevler için yeterli ve
yetkin olmayan kişiler. Çifte kavrulmuş yani… Siyaseten de doymak bilmez bu
zat-ı muhteremler. İşte bu siyasi açlık değil midir ki yıllardır ülkemizi aynı
isimlere mahkum eden? Bu siyasi açlık değil midir siyasette yeni isimleri yok
etmeye çalışan?
Önümüzde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. İktidar
partisinde namzet üç isim görülüyor. Tabi muhalefet de aday çıkarabilir o ayrı.
Ama neden Türkiye üç ismin kısırlığında sürdürüyor bu tartışmayı? Yeni isimlere
neden şans tanınmıyor? Madem öyle o zaman bırakın halk karar versin kimin
cumhurbaşkanı olacağına. Seçimle gelsin cumhurbaşkanı… Çocuklarımızın aydınlık
geleceğini çoğunlukçu demokrasi anlayışı ile doymak bilmeyen siyasi ihtiraslara
kurban etmeyelim. İçimizdeki her renge kucak açıp, farklılıklarımızdan mutluluk
duyalım. Ama en önemlisi siyasi açlıklarımızdan arınalım. Yıllarca büyük çoğunlukla
iktidardan kalan liderlerin sonlarına bir bakın. Ders alınacak çok örnek var. Daha
aydınlık yarınlar hepimizin temennisi. Tez vakitte gerçekleşmesi dileğiyle… Kalın
sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder