Maya takvimine göre 21 Aralık’ta yeni çağa geçecek olan insanoğlunun bir felaket
yaşayacağına inanılıyor. Bana sorarsanız biz o felaketleri uzun
süredir yaşıyoruz. Yeni bir çağ açılıyor. Öfkeyle, kinle, savaşla bezenmiş
vahşi bir çağ. Özellikle ortadoğu ülkeleri üzerinden yeni haritaların çizilmeye
çalışıldığı, etnik ve din kökenli çatışmaların tetiklendiği, insanların
ayrıştırıldığı, kutuplaştırıldığı ve bunun üzerinden emperyal güçlerin
nemalandığı namussuz bir çağ başlıyor. Rahmetli Uğur Mumcu bu ayrışmaları
yıllar evvel yazmıştı. Bir yandan İslam’ı diğer yandan etnik kökeni kullanarak
ayrıştırılacağımızı yıllar evvel kaleme almıştı. Belkide bu yüzden erken
kopardılar onu bizden.
Türkiye bu iki mesele üzerinde aslında cayır cayır
yanıyor, kavruluyor. Açlık grevlerinin Öcalan tarafından durdurulmasına “çok
şükür” diyen hükümet yetkilileri, Suriye’de esir bir gazetecinin CHP heyetinin
çabalarıyla Türkiye’ye getirilmesine “manidar” diyor. Manidar demelerinin alt
niyeti Esad’la etnik bağa temas etmeleri. Ne acı bir yorum. Aslında manidar
olan çok şey yaşanıyor güzel memleketimizde. Ama esas meseleler hep gözden
kaçırılmaya, hedef saptırılmaya çalışılıyor. Açlık grevleri göstermiştir ki
artık Kürt Sorununda vakit tükendi. Hükümetin seçim önü zaman kazanmak ve
seçimi başarıyla atlatmak üzere yaptığı Oslo görüşmelerinin suyu kaynadı. Şimdi
artık Kürtçe yayın yapan kanalla, sanatçıları toplayıp yapacakları
kahvaltılarla kotaramazlar durumu. Bundan 3 ay evvel hergün kanlı saldırılarla
terör gündemimizdeydi. Şimdi konu bir üst boyuta taşındı. Artık hükümet direk
muhattap alınmak isteniyor. Hükümet ise gözleri CHP’nin üzerine çevirmeye
çalışıyor. Hemde mezhep üzerinden. Suriye temaslarına manidar diyerek, açlık
grevlerinin tek bir emirle nasıl bitirildiğini görmezden gelmeye çalışıyor.
Bize neler oluyor anlamak mümkün değil. Biz bu
noktalara hangi yanlış öğretilerle getirildik? Mozaik neden parçalanıyor? Biz
neyi beceremedik? Birbirimizi anlayamadık mı? Yoksa tam anlayacakken aramıza
nifak mı sokuldu? Birçoğumuzun ailesinde farklı etnik kökenlerden gelen
akrabalarımızla yıllardır sorgulamadan, kardeşçe yaşarken bu sorguyu aramıza kim soktu? 80 Sonrası bilinçli
işletilen bu ayrışma politikasına hepimiz alet olduk. Diyarbakır Cezaevinde
körüklenen bu öfkeye yenik düştük. Umudu kaybettik, acıya döndük yüzümüzü.
Cemal Süreya ne güzel demiş şiirinde: "Kötülüklerin
büsbütün egemen olduğu, Namussuz bir çağ bu
biliyorsun…”
Çağ namussuz hakikaten onu biliyoruz. Ama son
umut hala tükenmedi. Yeni bir iklim yaratma çabasıdır umut. Bazen sadece inanmak
tüm engelleri aşmak, umuda uyanmak için yeterlidir. Artık sabahlar umuda yüzünü
dönmüyor biliyorum. Ama bu makus talihi kırmak bizim elimizde. Hükümetin bu
konuyu körükleyecek girişimlerden vazgeçmesi gerekiyor. Böyle ümitsiz bir
ayrışmayla gidersek korkarım ki memleketimiz hiçbirimize yar olmayacak.
Korkarım ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder