Geçen hafta felsefeyle yaşama dair kısa bir giriş
yazısı yazmıştım. Bu hafta kaldığımız yerden devam ederek bugünü yorumlayalım
istiyorum.
Günümüzde de birçok siyasi akımda kuvvetli
etkileri bulunan filozof Karl Marx’ın, Iena Üniversitesindeki öğrencilik
yıllarında coşkulu bir taraftarı olduğu Hegel’in sözleri devlet tanımı
açısından günümüze de ışık tutuyor;
“Devlet ne sözleşme meselesidir, ne de güvenlik ya
da polis meselesi;devlet bir kültür (eğitim, bilgi ve eylem) meselesidir; daha
üstün bir amaca yönelik akli bir iradeyle, sırayla ailede hayat bulan adetlerle
ve sonra “sivil toplum” çerçevesinde ihtiyaçlarla ilgili bir meseledir. Bu
amacın odak noktası, siyasal ruhun birliğine verilen “yurtseverlik” adında ışıldar”.
Devleti ve dolayısıyla devlet yönetimini sadece
güvenlik ve sözleşmeler üzerine kurulu olmadığını çok net anlatan Hegel’e inat
bugün içinde bulunduğumuz yönetim anlayışı tam tersi bir uygulama sergiliyor.
Siyasal felsefe ve derinlikten
yoksun, meseleleri sadece yüzeysel algılayan ve yorumlayan zihniyet,
yurtseverliğin önemini geri plana atarak başarılı olabileceğine inanıyor. Bizi
bir arada tutan değerleri kendine göre çerçeveleyen iktidar, çerçeveyi mezhep
temelinde tutarak çok büyük bir tehlikeye yol açıyor. Toplumu “din kardeşliği” ortak paydasında
buluşturmak isteyen egemen zihniyet terminolojisini de bunun üzerine
kurguluyor.
AKP’nin tüm grup toplantılarında, başbakanın tüm
demeçlerinde hep aynı tür retorik var. Başbakanın kullandığı islami dil bir
kesimi tamamiyle dışlarken, erke yakın olmak isteyen bir kesimi de kendine
doğru çekiyor. İktidarın %50 çoğunlukla seçilmiş olmasının altında bu dilin çok
etkisi var. Bu dil aslında devleti temsil eden iktidarın nasıl bir toplum
istediğini de ortaya koyuyor. Aslında ortaya, AKP’nin iktidarda olduğu 10 sene
boyunca ilmek ilmek dokuyarak oluşturduğu bir “egemen sınıf” çıkıyor. Bu durumu siyaset felsefesi açısından
yorumlayacak olursak; Karl Marx’a göre bütün çağlarda egemen olan düşünceler
egemen sınıfın düşünceleridir. Yani başka şekilde ifade etmek gerekirse
ekonomik olarak egemen olan sınıf ideolojik gücü de egemen olan sınıftır.
Baktığınız zaman yeşil sermayenin Türkiye’deki
yolculuğu 80’lere kadar dayanıyor. 80’lerden bugüne “din kardeşliği” ekonomik
olarak da çok kuvvetli bir bağ oluşturmuş ve bu zihniyet öncellikle maddi güç
kazanmıştır. 2002 Yılında %34 oyla gelen AKP kendi egemen sınıfını devletin
imkanlarını da kullanarak güçlendirmiş ve oyunu %50’lere kadar çıkarmıştır.
Ekonomik olarak durdurulamayan bir hızla zenginleşen bu sınıfın ideolojisinin
Türkiye geneline yayılmasına şaşırmamak gerek. Burada bir yanılgıya düşmememiz
lazım; oy veren %50 ekonomik olarak gelişmişliğe ve refah seviyesine sahip
değil. Fakat bir şekilde egemen sınıfla maddi bağı var; fabrikalarında,
işletmelerinde çalışıyor dolayısıyla o ağın içerisine giriyor.
Peki her türlü baskı ortamında git gide büyüyen bu
zihniyetin önüne nasıl geçilir? Yazıya felsefeden başladık ya yine öyle devam
edelim; Karl Marx “Egemen sınıfın özel çıkarı kolektif çıkar olmaktan çıktığı
anda bütün aldatmacalar ve yanılsamalar kendilinden son bulacaktır” diyor.
Yani aslında toplumsal çıkarların önüne geçen ve
bir hastalık gibi tüm ülkemizi saran bu zihniyet büyük bir tuzaktır. Biz bizi birarada tutan değerleri
görebilirsek bu aldatmaca da son bulacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder