Sol yanım...

25 Mart 2013 Pazartesi

SEN ÜZÜLME ALİ...


Sen üzülme Ali...

Aslında bu haftaya damgasını Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları ve Öcalan’ın mektubu vurdu. Ama benim yazmak istediğim mesele başka. YGS Sınavı çıkışı babasını kaybeden Ali’nin dramı yoğun gündem içerisinde kaybolup gitti. Üniversite sınavlarına giren gençlerimizin sessiz çığlığı yine duyulmadı. Onlar ki bizim geleceğimiz olan milyonlardı. Ümitleri, hayalleri ve beklentileri olan milyonlar...

Tüm bu çalkantılı gündem içerisinde 1 milyon 851 bin 326 genç üniversite sınavına güzel bir gelecek hayaliyle girdi. AKP’nin 10 yıllık iktidarı boyunca yap-boz tahtasına döndürdüğü eğitim sistemine alışmakta güçlük çeken çocuklarımız, bir de bozuk sınav sistemiyle gelen derin bunalımlarla baş etmek zorunda kalıyorlar. Geçim derdinin büyük olduğu memleketimizde ailelerin evlatları için tek özlemi iyi bir üniversiteyi bitirip, geleceğe umutla bakmaları. Son yıllarda sınavlarda ki kopya ve kayırma iddiaları öğrencilerin güvenini sarstı. Sarsılan güven ise motivasyonlarını bozdu. Neredeyse her sınav sonrası ayrı bir şaibe yayılıyor. Şaibe altında girilen sınavlarda ise çocuklarımızdan başarı bekliyoruz. Acaba buna hakkımız var mı?

Aslında hakkımız yok ama çaresizlik var. Veliler de çaresiz. Devlete  ve onun kurumlarına güvenmek bizi biz yapan temel değerlerden. Bu güveni sarsmamak ise devletin görevi. Acaba bu görev layıkıyla yerine getiriliyor mu?

Cevap net aslında: Hayır. YÖK’ün üzerinde ki kara bulutlar bir türlü dağılmıyor. KPSS Skandalları hala hafızamızda tazeliğini korurken milyonların geleceğini belirleyecek bir sınavı daha geride bıraktık. Öğrencilerin hayli gergin girdiği sınavda veliler de sıkıntılıydı. İşte Ali’nin babası da o velilerden biriydi. Kayseri’de oğlunu sınav kapısında beklerken kalp krizi geçirdi Ali’nin babası. Belki eceli gelmişti rahmetlinin. Belki de hastaydı. Ama şu yadsınamaz bir gerçek ki sınav stresine dayanamadı yüreği. Ali Can’ın babasının cansız bedenini  gördüğü andaki görüntüleri iç burkucu. Bir evlat sınavdan çıkıyor ve babasının cansız bedenini yerde görüyor. Daha da acısı etrafta ceset torbasıyla üzerine örtmeye çalışan polisler, sağlık görevlileri...

Ali isyan ediyor "Bu benim babam. Ne oldu babama? Üstünü örtmeyin bu benim babam"… Polisler ve 112 Acil yetkilileri belki de kendileri için rutin olan bir görevi yerine getiriyorlar.  Ama atladıkları bir şey var o da Ali! Ali ve onun 7 yaşındaki kardeşi Dilara yerde yatan babalarını ceset torbasına koymaya çalışan görevlilere isyan ediyor.

İşte bizim üzerinde durmamız gereken konu bu. Biz bozuk bir düzeni “insan” faktörünü göz ardı ederek düzeltemeyiz. Tüm siyasi görüşlerimizden önce humanist olmalıyız. Bir insanın hayatında yaratacağımız etkiyi hesaba katmadan atacağımız her adım bizi insanlıktan uzaklaştırıyor. Ve bu duygusuzluk devletin tüm kurumlarında sinsi bir hastalık gibi yayılıyor. Bir evladın önünde babasını ceset torbasına koymak birincil görev olarak görülüyor. Halbuki o son veda, ne Ali’nin ne kardeşi Dilara’nın hafızasından hiç silinmeyecek. Soğuk, yürek yaralayan bir veda…

Sen üzülme Ali. Sınav kapısında babanın rahmetli olmasında senin suçun yok. Esas suçlu bizleriz. Bu bozuk düzeni değiştiremediğimiz için hepimizin suçu var. Ama en çok da erk sahiplerinin suçu var. Memleketin geleceği olan gençleri sınav cenderesinde boğan ve istedikleri her şeyi bir günde meclisten geçirebilirken sizleri bu bozuk düzene mahkum eden iktidarın vebali var. Sizlerin güvenini sarstığı için YÖK’ün vebali var.

Hapse atılan öğrenciler, göz altına alınanlar, sınavlarla ruh sağlığı bozulanlar, üniversiteyi bitirip işsiz kalanlar, KPSS işkencesine mahkum bırakılanlar, umutlarıyla oynananlar, paralı eğitim sistemi yüzünden çocuk yaşta çalışmak zorunda kalanlar, imkansızlıklar içerisinde okumaya çalışanlar, “dindar nesiller istiyorum” denilip bir kalıba sokulmaya çalışılanlar…

Gençlerimiz. Geleceğimiz. Siyasi hesapların içerisinde öğütülemeyecek kadar değerliler bizim için. Bunu farkında mıyız?







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder