İzmir Kemalpaşa’da herkesin gözü önünde eski eşini defalarca bıçakladı adamın biri… Kadın henüz 29 yaşındaydı…3 sene evvel boşanmış yani 26 yaşındayken… Çocuklarını da alıp İzmir’e yerleşmiş daha rahat yaşarım diye… Ama azraili onu orada da bulmuş… Hem yüreğini hem bedenini yaralamış defalarca… Gerekçesi eski eşinin yaşam tarzını beğenmemesiymiş… Bakın hele…
Bir şarki vardı İlhan Şeşen’in “Bize neler oluyor gülüm” hatırlar mısınız?
Sahi bize neler oluyor?
Evliliğin anlamı, sevginin kutsiyeti, namusun tanımı büsbütün değişti güzel memleketimizde… Nice istatistikleri, onlarca kere dinlemişsinizdir kadına şiddetle ilgili… Türkiye’de her 3 kadından biri şiddet görür, kadınların %80’inin üzerine kayıtlı mal yoktur, şiddet karşısında yaralanan kadın oranı %23.7’dir… Ve daha bir çok iç karartıcı rakam…
Kadının ekonomik olarak erkeğe bağlı olması şiddeti meşrulaştırır mı?
Eski yıllara bir dönelim… Yaşı 60’ın üzerinde ki neslin evliliklerinde eş emanettir, ona maddi destek olmak şereftir, evlatlarının anasıdır çünkü… Bir de yıllar vardır.. Ah hatırı sayılır beraber geçirilen o yılların… Emeğin, aşkın, dostluğun, kader ortaklığının…
Şimdi öyle mi? Devletin en tepesinden başlayan başkalaşma, yozlaşma, gericilik toplumun her kesimine nüfuz etti. Artık önüne geçilemiyor. Adam kadını “malı” olarak görüyor. Değersiz ama emrinde olması gereken bir meta adeta…
Anlaşamıyor, boşanıyor fakat hırsını alamıyor, rahat vermiyor, nefes alsın istemiyor. Bir zamanlar sevdiği, hayatını birleştirdiği, çocuklarının anasını gözünün yaşına bakmadan bıçaklıyor… Yok etmek istiyor.. Senin Allahın benim diyor adeta…Bu nasıl bir tahakküm? Nasıl hastalıklı bir zihniyet?
Peki ya devlet mekanizmaları; TUİK istatistikleri gösteriyor ki şiddet gören kadınlar en az polise güveniyor… Düşünsenize sığınacak yeri yok kadının… Bu durumu meşrulaştırmak nasıl bir devlet politikası?
Karabağlar’da bir eğlence mekanından çıkarılıp, polis tarafından karakolda şiddete maruz kalan kadının görüntülerini izlediğimde yüreğim dağlanmıştı… O kadın bir anneydi, eşti… Velev ki başka bir işi olsun, hayat kadını olsun… Polisin el kaldırmaya hakkı var mıydı? Toplumun ezilmiş, horlanmış, dışlanan kesiminin yanında devlet durmazsa kim duracak? Onların yaşam teminatı kim olacak?
Bir ahlak bekçiliğidir gidiyor memleketimizde… Bunu kendine görev edinmiş hadsizler her yanımızı sardı... Yaşam tarzını beğenmediği için bıçaklayanlar, gece klübüne gitti diye tartaklayanlar, içki içilmesin diye fetva veren valiler, kısa etek giydiyse hak etmiştir diyen din “alimleri”…
Başkalaştık farkında mısınız? En tehlikelisi de alışmak üzereyiz bu başkalaşmaya… Susuyoruz çünkü korkuyoruz… Görmüyoruz çünkü bakmamaya çalışıyoruz… Anlamazdan geliyoruz çünkü işimize gelmiyor…Müdahil olmuyoruz… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye diye yılanı koynumuza soktuk farkında değiliz...
Milli eğitim, ticaret (TTK), hukuk derken şimdi artık sıra sosyal hayatımızda… Bu karşı devrimin en önemli aşaması… Yani evinize girdiler artık baş ucunuzdalar, sokağınızda, bahçenizde, yaşamınızdalar… Eşinizin kıyafetinde, sizin içkinizde, çocuğunuzun geleceğindeler…
Yılmaz Güney’in son filmini bilirsiniz; “Duvar”... Aslında o filmin ilk adı “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun”dur… Sonradan “Duvar” diye değiştirilmiştir.
İşte tam da şimdi; “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder