Geçen
cumartesi günkü yazımda Kentsel Dönüşüm’ün Türkiye’deki tarihinden kısaca
bahsetmiştim. Kentlerde yapılaşmanın 1950’den bu yana gelişimini ve dolayısıyla
bugün geldiğimiz noktada sorunların neler olduğuna değinmiştim. Problem çok
çeşitli bakış açılarıyla farklı farklı tanımlansada gerçek olan o ki kentsel
dönüşüm uygulamalarında çözüm önerilerine kuvvetle ihtiyaç duyulmakta. İşte bu
noktada kentsel dönüşümün felsefesine hakim olmak gerekiyor. Kentsel dönüşüm
uygulamalarında kullanılması gereken başlıca yöntemler arasında: Kentsel
yenileme (urban renewal) yani eskiyi yıkıp yeniden inşa etme (örnek
olarak: İstanbul’da Haliç
Çevre Nazım İmar Planı), Sağlıklaştırma (upgrading) yani alt yapısı yetersiz
bir bölgenin belli yatırımlarla yeterli hale dönüştürülmesi ve Islah-imar
(improvement) gelir.
Bilindiği üzere Türkiye’de
çoğunlukla en radikal çözüm olan kentsel yenileme metodu uygulanmaktadır.
Bölgedeki evler yıkılır, yerine lüks çok katlı apartmanlar inşa edilir. Bu sistem
çoğunlukla rant odaklıdır. İnşa edilen lüks konutlarda bölgenin eski sahipleri
yer bulamazlar. En yakın ve trajik örnek Sulukule’dir. 2006 Yılında
Sulukule’deki Roman vatandaşların evlerine dağıtılan tebligatın üzerinde “önce
insan” yazıyordu. Bölgenin rengi, müziği, dokusu olan Roman vatandaşlarımız bu
tebligatlar aracılığıyla gruplar halinde Fatih Belediye’sine çağrılmış ve yangından mal kaçırır gibi
dönüşüm projesi anlatılmıştı. Vatandaşların önüne o günlerde üç farklı seçenek
sunulmuştu: ya evlerini satacaklardı, ya evlerini kamulaştıracaklardı ya da
Sulukule’de TOKİ aracılığla yapılan lüks konutlardan birini satın alacaklardı.
Halbuki kentsel dönüşümde
çözüm kentsel yönetişim’den geçer. Yönetim tek taraflı bir süreçtir. Yönetişim
ise karşılıklı, çoklu katılımla işleyen bir süreç. Avrupa’daki tüm benzer
örneklerde olduğu gibi dönüşüm yapılacak bölgede yerel ortaklıklar ve katılım
şarttır. Batı Avrupa’da kentsel dönüşüm uygulamaları “alana özgü
yönetim planlaması”na yani çok sektörlü (kamu, özel, yerel halk) ortaklıkların
kurulması temeline dayanır.
Sulukule
örneğinde de bu yaklaşım 2010 yılında uygulanmak istenmiş fakat sonuç yine
ranta teslim olmuştur. Sulukule Atölyesi isimli bir grupta 60 kadar akademisyen,
şehir plancısı, mimar, sosyolog, sanatçı ve Sulukule’li vatandaşların bir kısmı
yer almış ve ürettikleri “Alternatif Sulukule Projesi” ile Roman kültürüne
saygılı, bölge halkının varlığını koruyacak bir proje ortaya çıkmış ve hem
TOKİ’ye hem Fatih Belediyesi’ne sunulmuştur. Sonuç tabi ki olumsuzdur.Proje
sümen altı edilir.
Aslında
ideal olan tıpkı Sulukule Atölyesi’nde olduğu gibi kollektif, şeffaf,
demokratik bir proje planlama sürecidir. Kentsel Yönetişim’in temeli bölge
halkının katılımını sağlamaya, bölgede sadece konut problemini değil, istihdam,
sosyal yaşam problemlerini de çözmeye yöneliktir. Hatta kentsel yönetişim
dahilinde bölgedeki suç oranını düşürmek ve refah seviyesini yükseltmekte
başlıca hedefler dahilindedir.
Kentsel
Dönüşüm’ün uygulandığı birçok bölgede “önce insan” diye yola çıkılıp “önce
rant”a dönüştüğünü üzülerek görmekteyiz. İşte tamda bu yüzden kentler sosyal demokrat
belediyecilik anlayışıyla yönetilmeye ihtiyaç duymaktadır. Seçmenlerin bu
ihtiyacı yerel seçimlerde görmesini temenni ederim. Yoksa kentlerimiz için çok
geç olacak. Kentinize iyi bakın. Çünkü yaşamınız onun ellerinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder